Resim içinde resim birçok açıdan ilgi çekicidir. İnsan ezelden beri düşüncelerinin ve hayallerinin somutlaşabileceğine dair yanılgılara meyillidir.
Teknolojinin gelişmesiyle beraber arzu ettiğimiz bilgi veya eşyayı çok küçük bir çabayla elde edebilmemiz ve sistemdeki gereksiz çeşitliliğin tezat oluşturacak şekilde hayalgücümüzü sınırlaması bizi yanıltmasın. İnsanlık, eski hayallerini ve arzularını hala unutmuş değil. Kaldı ki, teknoloji bizi dilediğimiz şeyin 'bir tık uzağında' kılmakla yetinmeyecek, bir göz kırpış ya da düşünceye getirme ile tabiatın sınırlarından kurtulmaya varan uzun bir yolculuk bu. Fakat unutmayalım, ilkel insan da bunları istiyordu. Bizden tek farkı, karmaşık sistemler ve elektrik devrelerinden bağımsız olarak bunların hali hazırda olduğuna ve olabileceğine inanmasıydı. Bu algı biçimi animizm başlığı altında incelenir.
Freud, Totem ve Tabu adlı eserinde animizmi detaylıca inceler. Aşağıda kitabın ilgili bölümünden konuyu açıklamaya yardımcı olacak bazı alıntılar yaptım.
"Animizm dar anlamda ruh hakkındaki kavramlar kuramı, geniş anlamında da ruhsal varlıklar kuramıdır. Animatizm, yani dışarıdan cansız görünen tabiatın ruhlandırılması (canlandırılması), içine animalizmi ve manizmi de alan daha geniş bir bölümdür.
İlkel insanlara göre, dünya insanlara iyilik veya kötülük etmek isteyen birçok ruhsal varlıklarla doludur. Tabiat olaylarının nedenlerini bu cinlere veya şeytanlara bağlıyorlar. Bundan başka, yalnız hayvanların ve bitkilerin değil, cansız şeylerin de bu ruhlarla canlandırıldığına inanıyorlar. Bu ilkel 'tabiat felsefesi'nin üçüncü ve belki de en önemli kısmı bize o kadar garip görünmez, çünkü bugün bu ruhların varlığının sınırlarını çok daraltmış olduğumuz ve tabiat olaylarını maddi güçlerle yorumladığımız halde bile ondan tam kurtulmuş sayılamayız. İlkel insanlara göre, insanlarda da bulundukları yerden ayrılarak başka varlıklara geçebilen ruhlar vardır. Bu ruhlar birtakım görünmez işler yaparlar ve bir hadde kadar bulundukları 'bedenler'den bağımsızdırlar. Başlangıçta ruhlar tıpkı kişiler gibi algılanırlardı, fakat uzun bir evrim ile maddi niteliklerini kaybettiler. Daha yüksek bir anlamda ruhlandırma görüşü meydana geldi. Birçok yazar bu ruh görüşünün animizm sisteminin ilk çekirdeği olduğunu sanıyorlar.
Animizm bir fikir sistemidir ve tek bir olayı izah için dayandığı ruh ve beden ikiliği görüşüne nasıl varmıştır? Sanıldığına göre bu görüş, uyku (rüya) ve uykuya benzeyen ölüm olaylarına bakarak insanların üzerine bu kadar yakından etki yapan bu halleri yorumlama gayretinin sonucu olarak meydana gelişinin başlangıç noktası olsa gerektir. İlkel insan için, hayatın devamı yani ölmezlik belli bir şeydi. Ölüm kavramı daha sonradan meydana çıkan ve ancak çekimserlikle kabul edilen bir kavramdı; çünkü ölüm fikri bizim için bile içi boş ve gerçekliği anlaşılamaz bir kavramdır. Animizm kavramlarının meydana gelmesinde rüyalarda görülen hayaller, gölge, akis gibi gözlem ve tecrübelerin oynadığı sanılan rol üzerinde de tartışmalar olmuş, fakat bunlar hiçbir sonuca varmamıştır.
Hume, Dinlerin Tabii Tarihi adlı eserinde cansız tabiatın canlılaştırılmasını haklı görüyor ve şöyle diyor: "Bütün insanlıkta her şeyi kendisi gibi görmek ve yakından tanıdığı ve bildiği özellikleri her şeye kaydırmak eğilimi vardır."
İnsanlığın, en eski dünya görüşünü sırf spekülatif bir bilgi hırsı ile arattığını sanmamalıyız. Tabiata hükmetmek gibi pratik ihtiyaçların herhalde bu işte bir payı olmuştur. Onun için animizm sistemi ile beraber başka bir şeyin daha yürüdüğünü, yani insanlar, hayvanlar, eşya vesaire üzerine hükmetme usullerinin de ilerlediğini görürsek bunda şaşıracak bir şey yoktur.
Büyü, esas bakımdan, belli şartlar altında insanlara nasıl muamele ediliyorsa ruhlara da öyle muamele etmek suretiyle, yani onları hoşnut etmek, uzlaştırmak, iltimaslarını kazanmak, gözlerini yıldırmak, güçlerini ellerinden almak, kendi irademiz altına sokmak suretiyle üstlerine etki yapmak sanatıdır. Bütün bunlar, yaşayan insanların üzerine etkisi olduğu görülen usullerin aynı olan usullerle yapılmaktadır. Halbuki sihir başka bir şeydir; o, başlıca ruhlarla meşgul değildir. Bildiğimiz psikolojik usulleri kullanmaz, özel araçlar kullanır. Kolaylıkla bir animizm tekniğidir. Sihrin, tabiatın canlılaştırılmadığı yerlerde kullanıldığı da görülmektedir. Sihir çok çeşitli amaçlara yarar. Tabiat olaylarını insanın iradesine bağlar; insanı düşmanlardan ve tehlikelerden korur; insanlara düşmanlarını zararlandırma gücünü verir. Fakat sihir faaliyetinin dayandığı prensipler o kadar meydandadır ki bütün yazarlar aynı şeyi görmüşlerdir: Zihinde kurulan bir ilişikliği gerçekten olan bir ilişiklik sanmak.
İlkel kavimler arasında daima büyük bir rol oynayan ve evrimin daha yüksek aşamalarında görülen efsanelerde ve kültürlerde kısmen kalan iki sihir türü üzerinde duracağım: Sihirle yağmur yağdırmak ve meyve verdirmek sanatı. Yağmur sihrinde, yağmuru hatta yağmur yağdıran bulutları ve fırtınaları taklit ederek yağmur yağdırılır.
Bazı olumsuz kuralları, yani sihirle yapılan ihtiyat tedbirleri vardır ki bunlar da bir nevi sihir şekillerine sokulabilir. Örneğin; Dayak köylerinde köylülerin bazıları yaban domuzu avına çıktıkları zaman köyde kalanların av süresince elleriyle suya dokunmaları yasaktır. Dokunulursa bu hareketleri avcıların parmaklarının yumuşamasına ve avlarının ellerinden sıyrılıp kaçmasına sebep olur. Gilyaklı bir avcı ormanda av peşinde koşarken çocuklarının ağaç veya kum üzerine resim çizmesi yasaktır. Çünkü sık ormanlardaki patikalar bu resimlerdeki çizgiler kadar karışabilir, avcının avının yolunu şaşırmasına sebep olabilir.
Gerek bu örneklerde ve gerek bunlar gibi olan daha birçok örnekte uzaklığın hesaba katılmaması, telepati'nin gayet doğal bir şey gibi kabul edilmesi sihrin özelliklerini kavramamızı kolaylaştırır.
Bütün bu örneklerde etkili güç olarak kabul edilen şeyin ne olduğunu açıkça görebiliyoruz: Bu güç yapılan işle beklenilen olay arasındaki benzerliktir. Yağmur yağmasını isterseniz, yağmur gibi görünen veya yağmuru hatırlatan bir şey yapmanız yeter. Daha sonraki evrim aşamasında yağmurun sihirle yağdırılması yerine, yağmur yağdırmalarını rica etmek için kiliselere gidilerek oralarda yerleşmiş olan evliyalara dua edildiğini görürüz. En sonunda bu din tekniği de bırakılıyor, onun yerine yağmurun yağmasında havayı etkileyen güçlerin neler olduğu anlaşılmaya çalışılıyor.
İnsanlar kendi kafalarındaki fikir düzenini tabiatın düzeni sanmışlar ve bu yüzden kendi fikirlerini kontrol edebilmelerinin veya eder gibi görünmelerinin kendilerine eşyayı da kontrol etme gücünü verdiğini sanmışlardır, der Frazer. Bu, bize sadece sihrin gittiği yolları açıklıyor, onun asıl niteliğini anlatmıyor, yani tabiat kanunları yerine psikolojik kanunların konmasına yol açan yanılmayı bize açıklamıyor.
İlkel adamın, kendi isteklerinin gücüne karşı büyük bir güveni vardır. Onun, sihir kullanarak elde ettiği şeyler, sırf bu şeyleri arzu ettiğinden dolayı yapılması gereken şeylerdir. Demek ki sihrin aslında isteğin büyük bir rolü var.
Fakat zamanla sihir eyleminin asıl nedenlerinin önemi kalkarak, onun yerine sihrin araçları, yani sihir eyleminin kendisi önemli oluyor. İlkel adam belki de, kendi ruhsal eylemlerini haddinden fazla değerlendirdiğini sihirle kullandığı araçlarla açıkça görünceye kadar bu hareketinin farkına varmıyor. Hatta belki de istenen şeye benzediği için sihir eyleminin kendisi ile isteklerinin tatmin edilişine varıldığını sanıyor. Fakat bir aşamadan sonra insanlar, inanma olmadıkça ruhlara yalvarmanın para etmediğini, duaya inanmayınca duanın hiçbir sihir gücü olmadığını anlıyorlar.
Eşyayı temsil eden fikirlerin önünde eşya gölgede kalıyor; fikirlerde olan biten her şey eşyada da oluyor sanılıyor; fikirler arasındaki ilişikliklerin eşyalar arasında da olduğu farz ediliyor. Düşün mesafe tanımadığı, yer ve zaman bakımından birbirinden çok ayrı şeyleri tek bir bilinç eylemi ile birleştirdiği için sihir de telepati vasıtasıyla yer ve mesafe tanımıyor; geçmişteki bir çağrışımı şimdi olan bir çağrışım farz ediyor. Animistik safhada, iç dünyanın gölgesi, bildiğimize inandığımız diğer dünyanın, yani dış dünyanın üzerine düşüyor."