30 Kasım 2014 Pazar

Desen: Yeni başlayanlar için desen


Önce doğru kalem seçmek, sonra kalemi doğru tutmaya çalışmak gerekir. Desen çiziminde kalem yazı yazarken tutulduğu gibi değil, kalemin ucundan en az üç parmak yukarıdan tutulmalıdır. Uçlu kalemler yerine ağaç kalemlerle çalışmak daha doğrudur. Ölçü alırken, tonlama yaparken, çizim yaparken kalem elimizin içinde daha rahat hareket eder.

İkinci aşama el, bilek, dirsek ve omuz alıştırmalarıdır:

1. El ve bilek alıştırma: Kalemi elimizde rahat -parmaklarımızı çok sıkmadan- tutarız. Bileğimizi kendi ekseni etrafında çevirerek irili ufaklı daireler çizeriz. Bu dairelerin çok düzgün olması gerekmez.

2. Bu aşamada dirsek de dahil edilerek daha büyük daireler çizilir.

3. Sonrasında ise omuz da dahil edilir.

Böylece elimizi ve kolumuzu çizim yaparken birlikte kullanmayı öğrenmiş oluruz.

Desen çiziminde her türlü kağıt kullanılabilir. Kağıtların boyutlarını büyük tutmak doğru olur. Önerebileceğimiz en küçük kağıt A3 kağıt boyutudur. Küçük kağıtlar desen çiziminde bizi sınırlayacağı için pek önerilmez. Büyük ebatlı kağıtlarda kalemimizi daha rahat ve özgür kullanabiliriz.

Egzersiz çalışmalarında silgi kullanılmamalıdır. Yanlış yapmaktan korkmadan, doğruyu buluncaya kadar harekete devam edilmelidir.

Daire çizimi yanı sıra düz, yatay, eğri çizgiler çizme alıştırmaları da faydalı olur.

Elimiz iyice alıştıktan sonra basit bir objeyle çizime başlayabiliriz.

12 Ekim 2014 Pazar

Freddie Mercury




11 Ekim 2014 Cumartesi

Mandragora officinarum



Adamotu, Hacılarotu, Aşkotu, At elması, Şeytan mumu

Drog; ağrı kesici, uyutucu, spazmolitik ve afrodizyak etkilere sahiptir. Haricen, merhem halinde romatizmaya karşı kullanılır. Etken madde Mandragorin; Hiyosiyamin, Skopolamin, Atropin karışımından oluşan bir maddedir.

Morfolojik açıdan;

-Yapraklar; rozet şeklinde dizilmiş, çiçekler morumsu beyaz renkli,

-Meyva; erik büyüklüğünde, oval şekilli bir bakka, olgunlukta koyu sarı renkli, kuvvetli kokulu,

-Kök; etlidir, önce ikiye ayrılır, sonra dallanır, şekli insana benzer.

Mandragora cinsine ait yaygın adamotu; antik dönemden beri öncelikle köklerinin biçiminin insan şekline benzerliğinden dolayı sihirli iksir olarak değeri olan zehirli bir ilaç ve ayin bitkisidir. Jacob Grimm'e göre ismini bir proto-cermen falcı olan Alruna'dan almıştır...

Adamotu Eski Ahit'te de geçmektedir. Eski Ahit'in ilk kitabında dudai denen bitkinin bugüne kadar hermon, karmel, gilboa dağlarında bulunan adamotu ile özdeş olması muhtemeldir. Latince incil "mandragora" terimini kullandığı sırada Luther ilk olarak terimi çevrilmeden "dudaim" diye bırakmıştır. Düzeltilmiş Luther incilinde aşk elması olarak geçer: "Reben hasat mevsimi gitti ve tarlada aşk elmaları buldu ve onları evine annesi Lea'ya götürdü."

Burada daha ziyade bitkilerle bağlantılı kehanetin verilişiyle döl bereketine sahiptir. Burada adamotunun kastedildiği çoktan beri tartışma konusudur. Heinrich Heine, Ludwig Börne'ye Helgoland'dan şöyle yazmıştır: "Eski Ahit'te ilk kitap Musa'nın tamamını okudum. (...) Yakup'un koyunlarının nasıl böğürdüklerini duyuyorum. (...) Bu arada Ruben eve geliyor ve annesine tarladan topladığı bir demet dudaim veriyor. Rahel dudaim'i istiyor ve Lea Rahel'e onları bir şartla veriyor; bunun için Yakup sonraki gece onunla uyuyacak. Dudaim nedir? Yorumcular bunun için boşuna kafa patlattılar. Luther aynı şekilde bu çiçekleri dudaim olarak adlandırırken işini daha iyi bilmiyordu. Bu çiçekler belki de suabiya sarı şebboyudur.(...)"

1879'da hala dudaim için bazı incil kayıtlarında "Sözcük anlamına dair: sevimli, hoş bir şey. Bir çiçek ya da meyve olup olmadığı henüz bilinmiyor." ifadesi yer alır. Dudai'm kelimesinin etimolojisi de belirsiz kalır.

Başka bir yoruma göre, mandragora ismi farsça "sihir etkili" anlamına gelen mardom'dan türer.


Antik çağa gelirsek; mandragora Eski Mısır'da yerli bir bitki değildi, fakat çok eski zamanlardan beri bahçe bitkisi olarak yetiştirilirdi. Firavun Tutankamon'un mezarında meyveler ve mahsüllerin tasvirleri bulunmuştur, Birinci Seti'nin saltanatından mimar Sennedjem'in mezarında palmiye türleri, incir ağacı, gelincik ve peygamber çiçeği birlikte tasvir edilmiştir. İsa'dan sonra üçüncü yüzyıla ait halkla ilgili bir papirüste yatmadan önce içilen bir içkinin bileşeni olarak geçer.

Yunanistan'da mandragora'nın meyveleri bundan dolayı mandragoritis sanını taşıyan tanrıça Afrodit'e vakfedilir. Bugün burada o biçim betimlenen adamotu kökünün o olup olmadığı çözülememiştir. Mandragora derken belladonna'yı kasteden, Aristo öğrencisi Theophrast tarafından, hilekar kök toplayıcıların göklere çıkardığı adamotu bitkisinden açıkça afrodizyak olarak söz edilmiştir. Ürün kaldırma sırasında bir kılıçla adamotunun etrafında üç kez dönmek gerekirdi. Sonra topraktan çıkarırken yüzü doğuya dönük olurdu. O sırada başka biri de o bölgede dans eder ve aşkın gücü'nü söylerdi.

Büyük Plinius'a göre, Sappho adamotu kökünün büyüsünden dolayı Phaon'a talihsizce aşık olmuştur. Bunun dışında Plinius Theophrast'ın yanında yer alır. Gerçi Dioscorides de birinci yüzyılda büyücü tanrıça Kirke'ye ait Κιρκαία bileşeninden sonra sözcüğü aşk iksiri olarak açıklar, fakat bununla beraber hazırlanışını ve tıbbi etkisini de vurgular: "Taze dövülmüş ve preslenmiş kök kabuklarından usare hazırlanır, bu daha sonra güneşe konulmalı ve kaynatarak koyulaştırdıktan sonra toprak bir çömlek içine konup saklanmalıdır. Benzer bir usulde elmalardan da usare hazırlanır, fakat onlardan daha zayıf etkili bir usare elde edilir."

"Bulgur ile taze yapraklar örtü olarak gözler ve ülser üzerine iltihaplarda iyi bir gereçtir, apselere ve şişliklere, bezelere ve tümörlere de etkilidir; beş altı güne kadar yumuşakça söktüğünde, izleri de cerahatsiz şekilde yok eder. Aynı amaçlar için yapraklar tuzlu suya konup salamura edilir ve saklanır."

"Kökler sirke ile ince öğütülünce yılancık hastalığını iyileştirir, bal veya yağ ile yılan ısırmalarına iyi gelir, su ile bezeleri ve tüberkülleri iyileştirir, bulgurla eklem ağrılarını hafifletir."


Ortaçağda; tasvirler Flavius Josephus ya da Claudius Aelianus'un yazılarına dayanır; yöntem sıklıkla adamotu kökünün bir köpeğe çektirilmesi şeklinde tarif edilmiştir. Bundan başka bitkinin özellikle Neukirch'te Falkenberg dolaylarında ve Lausitz'te Muskauer Heide'de iyi yetiştiği not edilmiştir. Bunların adamotunun her şeyden önce darağaçları altında yetiştiği varsayımıyla ilişiğinin bulunup bulunmadığı kesin değildir. Batıl inanca göre bu adamotları asılmışların idrar ve menisinden oluşmuştur.

İyi bir ürün kaldırma için eğrelti otlarının toplanmasındaki gibi yaz dönümünde gece yarısı saatleri önerilmektedir. Sonra da adamotu bir çığlık atar, bazı ananelere göre bu bahçıvanları korkutmaktan başka bir şeye neden olmazken, bazılarına göre onların ölümüne yol açar. Tam bu bağlamda Josephus'un köpeği de yeniden canlanır:

kulaklar pamuk, zift ya da balmumu ile tıkalı olarak, önce adamotu üzerine üç kez haç çıkarılır, ardından kuyruğuna kök bağlanmış köpek adamotunu çekmeye bırakılır.

Sadece Albertus Magnus, Konrad von Megenburg gibi bu noktada daha ziyade köklerin görünüşünün tasviriyle yetinir.

Causae et Curae'sinde adamotuna bir bölüm ithaf eden Hildegard von Bingen 12. yüzyılda, şeytanın bitkinin içinde yaşadığını sanıyordu. Bitkinin toplanması bu sıralarda pek mesele değildi, fakat bitki daha sonra içindeki kötülüğün çıkarılması için suya yatırılmalıydı, aksi halde bitki kara büyüler için kullanılmaya açık olacaktı. Sağlık için kullanımında ise şehvete karşı etkiliydi. Bunun için hastanın göğüs ve göbeği arasına dişi adamotu sıkıca bağlanır, sonra kök iki parçaya yarılıp bel üzerine bağlanır ve son olarak artık büsbütün insan-biçimli tasavvur edilmiş kökün sol eli öğütülüp kafur ile karıştırılarak yenirdi. Endişeye de iyi gelirdi, bunun için kökün yatağa alınması ve ısınmalarıyla belirli bir dua okunmalıydı. İki hastalıkta da kayın ağacı sürgünleri adamotunun yerini alabilirdi.

Başka söylentilere göre ise bir adamotuna sahip olmak ve onu kullanabilmek için her halukarda şeytanla birlik olunmuş demektir. Merhum adamotu sahibinin mezarına para ve ekmek konulmalıdır. Ölmeden önce adamotunu vermek bu problemi sınırlı olarak çözer, çünkü hediye edilmiş olan bir daha verilmeye müsait değildir, aksi halde her zaman ilk sahibine geri döner. Ve adamotları yalnızca kök olarak düşünülmez, adamotu zehirlenmesinin semptomatik hayalleri olan örneğin bir karakurbağası, altın ejder yumurtaları, ya da yuvarlanan gözlere sahip tanımlanamayan yaratıklar olarak görünür.

9 Ekim 2014 Perşembe

Resimde Sembolizm


Sembolizm'in kökleri;

18. yüzyılın son on yılında ve bu yüzyılın başlarında Avrupa'da sanatçılarla birlikte şairlerin, filozofların, edebiyatçıların da görüşlerinde büyük değişiklikler meydana geldi. Sanatta yeni bir estetik anlayışı kabul edildi. Bu yıllarda müziğe duyulan derin hayranlık, sanatçıların yaratıcılığına bir berraklık getirdi. Sanatların eşit olduğu fikri kabul edilerek şiir, resim, müzik beraberliği doğdu. Sembolist kültürün derinliklerine ve Yeni Sanat'a hakim olan yeni konularda bir taraftan romantik duyarlık, diğer taraftan da Hegel'den Schopenhauer'e dek Alman düşüncesi görülmekteydi.

Nabiler;

Sérusier, Denis, Bonnard, Vuillard, Ranson, Lacombe, Roussel, Hollandalı Verkade, Macar Rippl-Ronai ve diğerleri Vallotton'la Maillol, Nabi resminin en usta temsilcileridir. En gençleri olan Roussel'in dışında hemen hemen hepsi 1860-1870 yılları arasında dünyaya geldiler.

Julian Akademisi'nde okuyan Sérusier, Bonnard, Vuillard, Denis, Vallotton ve Ranson 1890'da Akademi'den ayrıldılar. En yaşlıları olduğu sanılan Sérusier, aynı zamanda en kültürlüleriydi. Sérusier'in meşhur "Tılsım" adlı eserinde, sanatçının Gauguin'den aldığı derslerin etkisi görülür.

Maurice Denis, yazılarında bu dönemle ilgili birçok bilgi verir. Denis'in yazılarındaki pasajlar, aşağı yukarı şöyledir: "Ressamların dediği gibi; boya kaplı düz bir yüzey olan tuvalden, eski bir duyumun anısını araya sokmak gerekmeden, üzüntü veren ya da teselli eden edebi heyecan taşıyor." Bir süre sonra plastik değerlerden söz edilir. Müteakiben; zevklere, eşdeğer teorilerine geçişe değinir. Denis, 1909'larda yazdığı "Teori"sinde figüratif sanatlardan başka; yüzyılın akışı içinde felsefi düşünceyi, sanat teorisini, edebiyat ve müziği ilgilendiren anti-materyalistik, anti-pozitivistik, anti-natüralistik etkilere de değinerek nabi sembolizmini açıklamıştır.

1890 yılının ressamları ve illustratif realizme gösterilen reaksiyon;

İzlenimcilik tatminsizliğinden doğan Nabi resminin ideolojisi izlenimci natüralizm kritiğinin reddedilmesinden oluşmaktadır. Denis'den edindiğimiz bilgilere göre, 1888'de kendisi ve Julian Akademisi'ndeki meslektaşları hemen hemen tüm izlenimcilikten habersizdir. Pont-Aven ve Bois d'Amour zevki ise, akademi profesörlerinin "tabiat haricindeki güzellik, ilim ile tabiat ve teoriler içinde sanat"ı aramaya iten materyalist eğilimden ileri gelmektedir.

Mistisizm, primitivizm, idealizm: Japonya'nın keşfi, L'Art Sacré estetiği;

Süsleme (ornamentalismo), sembolizm, primitivizm, idealizm ve diğer akımlarda eserler veren 1890'ların genç sanatçıları, benzer bir "gerçek resmi" ve bulanık bir yaratıcılık anlayışında birleşirler. Aynı yıllarda resim sanatında Japon zevki yayılmaya başladı; 1890'da Güzel Sanatlar Okulu'nda olduğu gibi Japon estamplarından oluşan sergiler düzenlendi. Carriére, Khnopff, Anquetin, Beardsley, Brangwyn, Signac, Zorn, Rodin, Bourdelle, Galle gibi isimlerin katıldıkları ilk Yeni Sanat Salonu, resim ve dekoratif sanatlar arasındaki diyaloğun gelişmesi ile doluydu.

Zevkin birer parçası olan primitivizm, ortaçağcılık ve japonizm aynı zamanda dünyadan kaçışı dile getirmektedir.

Denis'in tarih kültürü, Sérusier'in Pont-Aven stilizmine olan bağlılığı, Lacombe'un Hiroshige'ya duyduğu saygı, Ranson'un aras tekniğindeki ustalığı sonsuzdu. Bu arada kutsal dekorasyona yeni bir saflık getirildi ve antik binalar stilistik zevkle restore edildi.

Bonnard ve Vuillard;

Bonnard ve Vuillard'ın sanatında; Monet, Degas ve Renoir'e büyük bir yakınlık görülür. Serbest çizgiler, sentetik şekiller, kromatik yayılış saf bir dekorasyon anlayışı içinde belirir. Daha çok sakin ve monoton bir yaşamı tercih eden sanatçılar, mum ışığı altında veya ayna karşısında yemek odalarını tablolarında yansıttılar.

"İsteksiz Anı ve Şairane Doğuş" ;

"İsteksiz Anı ve Şairane Doğuş", Proust'un bir yargısıdır. Bonnard'ın stili ve tonları, Vuillard'ınkilerden değişikti. Bonnard'ın izlenimciliği özellikle harikulade çıplaklarında ve son yıllarda yaptığı kendi portrelerinde görülür.

Önceki sembolistler: Moreau ve Puvis de Chavannes;

Egzotik ya da mitografik yönlü, idealistik bir zemine dayanan sembolistik kültürünün diğer ana kısımları, yüzyılın ikinci yarısında her türlü natüralistik ve izlenimci etkiden yoksun Fransız resim sanatının bazı simalarının değerlendirilmesinde önemli yer tutar. Gustave Moreau ve Pierre Puvis de Chavannes'in sanatında sembolizmin etkileri görülür.

Özellikle 1875 yıllarına doğru Salon'da büyük başarılar elde eden Şeref Nişanı almaya hak kazanan Moreau, yumuşak bir duyarlıkla eserler verdi. 1885 yılında Puvis de Chavannes ve Strindberg'in en beğendiği Fransız sanatçıları arasındaydı. Chavannes, kanaatkar bir görüşle sade eserler vermek taraftarıydı.

Moreau ve Puvis arasındaki zıt yönler;

Hemen hemen aynı yaşta olan sanatçılar; gerek sanat anlayışı, gerek madde, gerekse de formal yönseme bakımından birbirlerinden ayrılıyorlardı. Bu arada her ikisinde de ortak olan nokta; mitoloji ve efsaneye, eski dinlere ve antik giysilere duydukları ilgiydi.

Asrın sonlarında Moreau'nun etkisi;

Moreau, Mantegna'yı Delacroix'e ve Rembrandt'ı Carpaccio'ya karıştırarak kendine özgü bir sanat yarattı. Moreau'nun eserlerindeki kahramanlar, saray asilzadeleri, efsane kahramanları ve tanrılar birçok anlamlı dünyaya şekil veriyorlardı. Arabesklere duyduğu sevgiyi eserlerinde sık sık belirten sanatçının bu özelliği; Beardsley, Matisse, Evénepoel, Marquet ve Rouault'u etkiledi. Bu arada Moureau'nun Redon üzerinde olan kuvvetli etkisini de unutmamak gerekir.

Puvis ve gençler;

Puvis de Chavannes'in genç sanatçılar üzerinde büyük etkisi olmuştur. Seurat ve Gauguin, şeklin "ideist" sadeleştirilmesini Puvis'te gördüler. Maurice Denis ve arkadaşları, Lyon'lu sanatçının izinden giderek şekillerin ve boşlukların dağılımı içinde olağanüstü bir sulh, sessizlik yarattılar. Puvis'in çizgilerindeki anlamlı güç, sonraki yıllarda Pablo Picasso tarafından keşfedilerek uygulandı.

Fransız resim sanatı, Moreau ve Puvis ile Avrupa sanatında önemli bir düzeye erişti.

Böcklin ve Von Marées;

1827-1837 yıllarında dünyaya gelen İsviçreli Arnold Böcklin ile Alman Hans von Marées'in sanatı, Moreau ve Puvis de Chavannes'in sanatını anımsatır.

Asil konularla ilgilenen Böcklin ve Marées; varlık üzerinde sonsuz, evrensel bir fikri dile getirmek için antik zamanın ve klasik şeklin hala geçerli olduğunu düşünüyorlardı. Böcklin ve Marées, Calame'nin ince peyzaj tekniğinden ve Krüger'in natüralizminden etkilendiler; bu arada natüralistik hareketlerle de ilgilendiler.

Her iki sanatçının da idealizmi birbirininkinden ayrıydı. Efsane kahramanlarıyla ilgilenen Böcklin; Pan'ı, denizlerin ve çeşmelerin perilerini, Ulysse'yi eserlerinde canlandırdı.

Marées mitolojiye önem vermekle beraber, daha çok insan figürlerini -erkek, kadın, ihtiyar, çocuk- yansıtmayı tercih etti. Hiç kuşkusuz Marées'in tekniği, Böcklin'inkinden daha modern ve daha bilinçliydi.

Klinger; 

Sembolik bir klasizmden hareket eden Klinger, Alman sanatında karakteristik bir yer işgal eder. Klinger'den birkaç yaş genç olan Ensor ve Munch, sanatçının izinden yürüdüler.

Hodler;

Fransız kültürüyle çok yakından ilgilenen İsviçreli Hodler, verimli sonuçlar elde etmiştir. Hodler, ustası Barthélemy Menn'in sayesinde Corot'un saydam "pleinairisme"sini ve Barbizon Ekolü'nün güçlü peyzaj tekniğini öğrendi; aynı zamanda çağdaş yaşamın tabloları ve portreleriyle de ilgilendi. Sanatçının 1880 yıllarında yaptığı eserlerinde Nabi'ler ve Rosacroce'lerin izlerine rastlanır. 1890'larda eski ustaların, özellikle Alman sanatçıları Dürer ve Holbein'in stiline yaklaşarak Gece, Armoni, Gün gibi başarılı eserler meydana getirdi.

Asrın sonlarındaki hareketler;

Asrın sonlarında spiritualizm, mitolojizm, mistisizmden başka formal elementleri süsleme yönüne de önem verildi. Cézanne'ın sanatı, bu özelliklerin en güzel örneğidir. Kültürel, sosyal, psikolojik etkilerin ulusal geleneklerle birleşmesi sonucunda 1900 Avrupası'nın ülkelerinde çeşitli sanat atmosferleri yaratıldı.

Alman dernekleri;

Marées'in sembolizminin klasik sonuçlarını, Münih Derneği, Berlin Derneği ve "Jugend" ile "Pan" dergileri etrafında toplanmış sanatçı gruplarının diğer Avrupa ülkelerindeki sanat yeniliklerini büyük bir ilgiyle izlemeleri takip etti. Birçok sanatçı, Fransız izlenimciliği sonrasından ve sembolist şiirden, İngiliz Yeni Sanatı'ndan ve Belçika sanatından etkilendi. Bu dönemde Almanya'da en başarılı sonuçlar, mimari alanda ve dekoratif sanatlarda alındı. Münih Derneği'nden beş yıl sonra Avusturya kültürünü yenileyen Viyana Derneği (1897) kuruldu. Bu arada Alman sanatını etkileyen en büyük hareket İngiltere'den geldi; Mackintosh'un eserleri, mimarlar ve dekoratörlerle birlikte ressamları da etkiledi. 

Aubrey Beardsley;

Yeni Sanat'ın yaratıcılarından biri olan Beardsley yalnız İngiliz resmini etkilemekle kalmayıp Viyana, Petersburgh, Chicago gibi sanat çevrelerini, ressamların görüşlerini ve özellikle kitap ressamları ve dekoratörlerini, kostumistleri, lüks terzileri etkiledi. İngiliz sanatında Blake, Morris, Burne-Jones ve daha sonra Whistler gibi aristokrat sanatçılar yetişti.

İngiliz sanatının "objektif" görünüşü: Sickert;

Sickert, çağdaş İngiliz resminde özel bir yere sahip, kendine özgü yetenekleri olan başarılı bir sanatçıdır. 1882-1883 yıllarında Whistler ile çalışan genç ressam, 1883'te Paris'e gelerek Degas'la tanıştı. 1917'de sanatının en olgun dönemine ulaştığı zaman hala büyük usta Degas'ın: "Yeni bileşimler aramak ve desenlerin anatomisinde iyi bir sonuç alabilmek için, renkler üzerinde çok dikkatli araştırma yaparım." öğüdünü unutmamıştı. Bu öğüt, daima Sickert'in sanat ilkesi olarak kaldı. Sanatçı daha sonra Toulouse-Lautrec, Vuillard, Bonnard'ın stilleriyle ilgilendi. Başarılı eviçi tablolarında, basit kasaba yaşamının odalarını, eski tiyatroların salonları ve localarını tüm açıklığı, sıkıntısı, bayağılığıyla yansıttı.

Hollanda'da Toorop ve Prikker;

Asrın sonlarında Hollanda'da resim sanatının en büyük temsilcileri olan Toorop ve Thorn Prikker, yeni sanat alanında başarılı eserler verdiler. Hollanda sanat çevresi, Orta Avrupa ve kuzeydeki sanat hareketleriyle birlikte çağdaş Fransa ve Belçika kültürünü de yakından izledi.

Beardsley'in dekoratif sanatını anımsatan bir stili benimseyen Toorop, iki boyutlu eserler verdi. Raffaello öncesi ressamlardan Moreau'ya dek birçok sanatçıdan etkilendi; sembolist izlenimcilik sonrasını eserlerinde de yansıttı. Prikker ise Toorop'un sanatına yakın bir tarzda eserler verdi. Hollandalı bir başka ressam da Toorop ile aynı yaşlarda olan Breitner'di.

Belçika kültürü;

Sadece 1884 ve asrın son yılları arasında Brüksel'de düzenlenen sergilerden söz etmek; Belçika kültürünün, Avrupa sanatının gelişmesinde ne denli büyük rolü olduğunu anlamaya yeterlidir.

Rodin ve Whistler; en büyük izlenimciler; izlenimcilik sonrası birçok sanatçı: Cézanne, Redon ve Toulouse-Lautrec; Toorop ve Beardsley, Ashbee'nin gümüşleri, Morris'in kumaşları, Voysey'in projeleri Belçika sanatına renk katar. Asrın ikinci yarısında resim ve grafik sanat dallarında yetişen Horta, Van de Velde, Meunier, Minne, Rops, Mellery, Khnopff, Rijsselberghe, Lemmen, Evénepoel, Spilliaert gibi sanatçılar tüm Avrupa'da tanındılar. Bu ressamlar arasında Yeni Sanat ile dopdolu en genç ressamlar bile, yaşıtları olan Hollandalı ve İngiliz sanatçılar gibi eserlerinde dekoratif bir düzene ve linearistik stilizasyon lirizmine vardılar.

Avrupa'nın diğer ülkelerinde sanat durumu; 

Bu dönemde İtalya, İspanya, Rusya gibi ülkelerin sanat çevrelerinin gelişmesinde, 1900 Avrupası'nın büyük etkisi olmuştur. Petersburg'daki "Mir Iskusstva" dergisi etrafında toplanan Rus sanatçıları, daha çok Paris sanat olaylarıyla ilgilendiler. Vrubel'in sanatı, bu dönem Rus resim sanatının en tipik örneğidir. Vrubel'den başka Bakst, Benois, Diaghilev gibi sanatçılar, batı sanatı yanında uluslararası sembolist kültürüyle de ilgilendiler. Bu arada Çekoslovak sanatının Mucha, Kupka, Pressig gibi ünlü isimleri de, Paris kültürüne bağlı kaldılar. Aynı yıllarda kuzey ülkelerinde Josephson adlı İsveçli bir ressam, başarılı eserler veriyordu. Gauguin, Sérusier, Bernard'ın arkadaşı olan Danimarkalı Willumsen ilse sembolizm alanında çalışmalarını sürdürüyordu. Puvis, Gauguin ve Raffaello öncesi ressamlardan etkilenmiş Ejnar Nielsen ve Hans Christiansen, Paris'te çalışıyorlardı. Chase, Prendergast, Ryder gibi Amerikalı ressamlar da Avrupa sanatıyla yakından ilgileniyorlardı.

İspanya'da ise izlenimcilik, izlenimcilik sonrası, sembolizm alanında eserler veren Isidro Nonell y Monturiol ve Pablo Picasso gibi genç ressamlar yetişiyordu. Segantini, Morbelli, Previati, Pelizza ise yaptıkları tablolarıyla bu dönem İtalyan resim sanatına renk kattılar.

4 Ekim 2014 Cumartesi

Silybum marianum



Devedikeni, Meryem Ana Dikeni

Meryem Ana İsa'yı emzirirken göğsünden bir damla bu bitkiye damlar ve yapraklarında beyaz bir leke meydana gelir. Bitkinin bir ismi de bu efsaneye dayanır.


Drog olarak meyvaları (akenleri) kullanılır.

Etken maddesi Silimarin ismi verilen flavonolignan karışımıdır, majör bileşik Silibin'dir. Silimarin, karaciğer membranını stabilize eder, zehirli maddeler hücre içine giremez. Antioksidandır. Prostaglandin sentezini engeller, dokuların iltihaplanmasını önler. Karaciğer rejenerasyonunu sağlar. Mantar zehirlenmelerinde hemisüksinat sodyum tuzu halinde çoğunlukla Penisilin G ve tioktik asit ile beraber kullanılır.


Silimarin karaciğer zehirlenmelerinde, özellikle Amanita phalloides ile olan mantar zehirlenmelerinde çok etkilidir. Karaciğer hücre çekirdeğinde polimeraz A'nın aktivitesini stimüle eder, karaciğerin rejenerasyon kabiliyetini artırır. Drogun antihepatotoksik etkisi yanında kolagog etkisi de vardır. Mantar zehirlenmeleri, kimyasal madde zehirlenmeleri (kloroform, halotan, karbontetraklorür vb.), karaciğer sirozu, kronik-iltihabi ve bilhassa virütik sarılık ve safra rahatsızlıklarında kullanılır.

Dozaj olarak günde 12-15 g drog alınabilir. Günde 3 çay fincanı şeklinde de alınabilir.

Tıbbi Silybum marianum meyvaları en az %1 kadar Silimarin içermelidir.

Pamukkale çevresinde yetişen örnekler %3,5 Silimarin içermektedir.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Hypatia


Milattan sonra 370-415 yılları arasında yaşamış yunan filozof, matematikçi ve astronom. Babası ünlü matematikçi Theon'dur. İskenderiye'de felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler vermiş, astronomi ve matematik üzerine birçok esere yorumlar getirmiştir. 

Hypatia, Raphael'in Atina Okulu tablosunda yer alır. Araştırdığım kadarıyla tüm portreleri yaşamından çok sonra yapılmış ve orijinal bir resmi yok. Ben de 2009'da çevrilmiş Agora'da Hypatia'yı canlandırmış olan Rachel Weisz'ı güzel yüz hatları sebebiyle onu temsilen çizmeyi tercih ettim.

Bilim tarihinde önemli bir karakter, filmde de bazı noktalar dışında tarihi kaynaklara bağlı kalınmış. Anladığım kadarıyla bu noktalar arasında Hypatia'nın ölüm şekli ve öldüğü yaş, köle Davus ve keşiflerine yönelik bazı kurgular var. Yabancı kaynaklardan yaptığım araştırmalar sonucunda Davus'un izine rastlamadım, kaldı ki Hypatia'nın ölüm şekli filmde gösterilenden çok daha dramatik ve Dünya'nın Güneş etrafında elipsoit bir yörüngede döndüğünü keşfettiğine dair de net bir bilgi yok, fakat filmin kurgusu ve yakaladığı drama açısından bu ögeler kuvvetlendirici olmuş.

Konu hakkında ingilizce ve almanca kaynaklardan yaptığım derlemeleri aşağıda paylaşıyorum...


Bilime katkıları;

Bilginler tarafından Hypatia'ya ait olarak kabul edilen hiçbir yazılı eser günümüze ulaşmamıştır. Ona atfedilen çoğu eserin, babası İskenderiyeli Theon ile ortak çalışmaları olduğuna inanılmaktadır. Bu tür bir yazınsal belirsizlik antik dönemdeki kadın filozoflar için tipiktir.

Bilime katkılarının, sıvıların özgül ağırlığını belirlemek için kullanılan hidrometrenin keşfini de kapsadığı kabul edilir. Ancak hidrometre Hypatia'dan önce bulunmuştu ve zaten onun zamanında biliniyordu. Hypatia'nın öğrencisi ve Kirene piskoposu olan Synesius, usturlab çizimini betimlediği bir mektup yazdı. Mektubunda yaptığı bir hidroskopu (aslında hidrometreyi) mancınık kadar iyi olarak betimliyordu. Buna ek olarak, eskilerin usturlab dediği göksel olayları gösteren bir alet yapmıştı. Eski usturlablar en az bir yüzyıl erken tarih gösteriyordu ve Hypatia'nın babası bu konu üzerine yazdığı tez ile ün kazanmıştı. Bununla beraber, Synesius kendisininkinin gelişmiş bir model olduğunu iddia ediyordu. Synesius Hypatia'ya bir hidrometreyi tarif eden bir mektup da gönderdi ve ondan kendisi için bir tane kurmasını istedi.

Damaskios'un tasvirine göre, Hyptia hem Platon'un hem Aristoteles'in yazılarına yorumlar getirdiği, bunun dışında rastgele filozoflardan okutmalar yaptırdığından dolayı onun zamanına egemen olan Senkretizm'in temcilcisi olarak görünmektedir. Bir zamanın ciddi felsefi akımlarının özellikleri tek bir felsefede birleşmeye gider. Küçümsenen Epikürizm dışında, farklı akımlar Yeni-Platonculuk çatısı altında toplanır. Hypatia'nın Yeni-Platoncu olması yeni araştırmalara göre artık kuşkulu değildir. Sokrates Scholasticus açıkça ortaya koyar ki Hypatia Plotinus'un kurduğu okulu dinlemiştir ve bu okul Yeni-Platoncu'dur.

Suda'da birçok eseri, matematik ya da astronomi konusunda olanların hepsi yazılıdır; İskenderiyeli Diophantus'un Aritmetik'i üzerine yorum, Pergeli Apollonius'un Koni Kesitleri üzerine yorum ve Astronomi Kanunları başlıklı bir yazı. Son adlandırılmış eserin astronom Batlamyus'un pratik tabloları üzerine bir yorum olup olmadığı -ki çoğunlukla böyle farz edilir, ya da kendi matematik tablosu olup olmadığı belirsizdir. Bu yazılar çoktan yok olmuş olmalıdır, zira hiçbir yerde değinilmemiştir.

Hypatia'ya kesin olarak ait olabilecek matematik, doğa bilimi ya da felsefe üzerine somut bir ifadeye ulaşılamamıştır. Aslında babası Theon'un Batlamyus'un Almagest'i üzerine yaptığı yorumların eski el yazmasının üçüncü kitabının başlığını işaret ettiği "kızım, filozof Hypatia'dan" şeklinde bir inceleme metni söz konusudur. Bununla kast edilenin, Hypatia'nın, Theon'un yorum yazmak için kullandığı Almagest el yazması üzerine mi hata incelemesi yaptığı, yoksa Theon'un yorumlarından oluşan yazıda mı düzeltme yaptığı belirsizdir. 

Hypatia'nın hayatına ve eserlerine ilişkin dağınık veriler ileri sürülmüştür. En önemli kaynaklar: 

Kireneli Synesius'un Hypatia'ya gönderdiği yedi mektuptur. Synesius onu devam eden mektuplarında ve tezinde "Armağan üzerine" diye anmıştır. Hypatia'nın öğrencisi ve arkadaşı olarak Synesius iyi bilgi sahibidir. Yeni-Platonculuğu tuttuğu sırada, fakat aynı zamanda hristiyan olduğundan ve hatta Ptolemais piskoposu olduğundan, bakış açısı dini anlaşmazlıklarda taraf olmada oldukça az etkili olmuştur. 

Sokrates Scholasticus'un Kilise Tarihi de bu kaynaklardan biridir. Dini karşıtlıklara rağmen filozof Hypatia'dan saygıyla bahseder ve ona yapılan suikasti hristiyanlık dışı bir eylem olarak kınar. 

517-526 yıllarında Yeni-Platoncu Bizanslı Damaskios, çoğu tasviri Sokrates Scholasticus'a dayanan fakat olayları Sokrates'ten kısmen daha farklı değerlendirdiği, yalnızca parçalar halinde ve diğer eserlerden alıntılarla oluşturduğu Felsefe Tarihi'ni yazdı. Damaskios eski dine bağlı biriydi ve hristiyanlık karşıtıydı. Kendi ölçütlerinin dışındaki filozofların yeterliliklerine karşı eleştirel yargılar taşıyordu ve Hypatia üzerine sözleri de küçümseyici tutumları ile tanınıyordu.

Nikiu piskoposu John'un The Chronicle'ı, 7. yüzyılda, Hypatia'dan çok zaman sonra, cinayeti onaylayarak ve onun radikal hasımlarının tarafını tutarak anlatır.

10. yüzyılda Bizans ansiklopedisi Suda'da Hypatia'ya ithaf edilmiş bir makale yer alır. Orada birbirinden farklı kaynakta ve nitelikte bilgiler tarafsız olarak sıralanmıştır. 

Öldürülmesi ve ilgili olaylar; 

Ölümünden kısa süre sonra Hypatia'nın adı altında sahte bir anti-hristiyan mektup ortaya çıktı. Yeni Platonculuk akımından bir tarihçi olan Damascius (458-538), Hypatia'nın öldürülmesinden faydalanılması konusunda kaygılıydı ve bu cinayetin sorumluluğunu piskopos Cyril'e yüklüyordu. Bu tarihi beyan Suda'da yer alır. Bu hristiyan cinayetini doğrudan piskopos Cyril'e yükleyen tek kaynak Damascius'un beyanıdır. Maria Dzielska, Hypatia'yı piskoposun fedailerinin öldürmüş olabileceğini öne sürer.

Yüzyıllar sonra, 18. yüzyılın başlarında deist alim John Toland, Hypatia cinayetini anti-katolik makalesine temel olarak aldı: "...en güzel, en iffetli, en bilgili ve her açıdan kusursuz bir kadının hikayesi; başpiskoposları Cyril'in kibrini, hırsını ve gaddarlığını tatmin etmek için İskenderiyeli rahipler tarafından parçalanarak öldürülen bir kadının."

Socrates Scolasticus (380-439) : "...o zamanın politik hırslarına kurban gitti. Orestes ile sık sık irtibatta bulunduğu için, hristiyan halk arasında bu, vali Orestes ile piskopos Cyril'in arasının düzelmesini önlediği iftirasına yol açtı. Bunlardan bazıları, tertipçisi Peter adlı bir okuyucu olan vahşi ve bağnaz bir coşkunluk ile yola çıktı ve Hypatia'nın eve dönüşü için pusuya yattı, onu arabadan aşağı sürüklediler, Caesareum adlı kiliseye soktular, tamamen soydular ve tuğlalarla vurarak öldürdüler. Bedenini parçalara ayırdıktan sonra ezilmiş uzuvlarını alıp Cinaron denen bir yere götürdüler ve yaktılar."

Nikiu piskoposu John (7. yüzyıl) : "Ve o günlerde, İskenderiye'de bir kadın filozof ortaya çıktı, Hypatia adlı bir pagan... Bütün zamanlarını büyüye, usturlablara ve müzik aletlerine adadı ve birçok insanı şeytani oyunlarıyla saptırdı... Tanrıya inananlardan oluşan bir kalabalık, hakim Peter rehberliğinde ayaklandı ve şehirdeki birçok insanı ve valiyi büyüleriyle saptırmış bu pagan kadını aramak için yola düştü. Ve nerede olduğunu öğrendiklerinde, onu takip edip buldular... Onu Caesareum denen büyük kiliseye getirene kadar beraberlerinde sürüklediler. Oruç günlerindeydi. Kıyafetlerini parçaladılar ve onu ölene kadar şehrin sokaklarında sürüklediler, Cinaron denen yere taşıyıp bedenini ateşle yaktılar."

Birbiriyle çelişen iki ayrı kaynak, İskenderiye valisi Orestes ile başpiskopos Cyril arasındaki düşmanlığı geniş ölçüde ele alıyor. Bu anlaşmazlık ve şehrin geneline yaydığı öfke en sonunda Hypatia'nın ölümüne yol açan bir sonuca gidiyor. Bu kaynaklardan biri Socrates Scholasticus tarafından, Hypatia'nın 415'te ölümünden kısa bir süre sonra yazılmış olan Historia Ecclesiastica'dır. Scholasticus, büyük ölçüde tamamlanmış ve daha az taraflı beyanlarla Orestes ile Cyril arasındaki anlaşmazlığı ve Hypatia'nın bu anlaşmazlıktaki ölümüyle sonuçlanan rolünü anlatıyor. Konu hakkındaki diğer kaynak, Nikiu piskoposu John'un Mısır'da 650 yıllarında yazdığı, olaylara karışan tüm hristiyanları onaylarken Hypatia ve Orestes'i şeytanlaştıran The Chronicle'dır. Bu kaynak, tarihi anlaşmazlık konusunda daha taraflıdır ve Scholasticus'un beyanında geçen hikayenin birtakım noktalarını atlar.

İskenderiye'nin Roma valisi Orestes ile piskopos Cyril, ana noktalarından biri Hypatia olan şiddetli bir çekişme içindelerdi. 415 yılında, anlaşmazlık İskenderiye'deki yahudilere ait dans gösterileri esnasında yeniden başladı. Gösteriler, büyük kalabalıkları cezbettiği ve çoğunlukla değişen derecelerde sivil düzensizliğe neden olduğu için, Orestes böyle toplantılar için yeni düzenlemeler getiren bir bildiri yayınladı. Ferman şehir meydanına asıldıktan kısa süre sonra kalabalıklar onu okumak için toplandığında, yeni düzenlemeler hristiyanları da yahudiler kadar kızdırdı. Böyle toplanmalardan birinde, Cyril'in sofu hristiyan takipçilerinden olan Hierax, bildiriyi okudu ve yeni düzenlemeleri takdir etti. Çoğu insan Hierax'ın kalabalığı isyana kışkırtmaya çalıştığını anladı. Orestes buna süratle ve şiddetle tepki gösterdi. Scholasticus bu tepkinin, otoritelerin yetkisine el uzatmaya başlayan piskoposun büyüyen gücüne duyduğu hasetten kaynaklandığı sanısındadır. Orestes, Hierax'ın yakalanmasını ve meydanda halka açık olarak işkence edilmesini emretti.

Hierax'a verilen sert kamu cezasını duyan Cyril, eğer hristiyanlara karşı olan tacizler ani olarak son bulmazsa İskenderiyeli yahudilere karşı en yüksek şiddetle misilleme yapılacağına dair göz dağı verdi. Cyril'in tehdidine dair, yahudiler daha da öfkelendi, neticede hristiyanlara karşı şiddete başvurdular. Hristiyanları gece İskenderiye Kilisesi'nin yandığına dair sokaklarda koşup bağırarak heyecanlandırıp sokağa dökmek için kumpas kurdular. Yahudiler, kiliselerinin yakılıp yıkıldığına inandırılan hristiyanlardan tepki alınca, karanlıkta birbirlerini tanımak için yüzükler kullanarak onların üstüne saldırdı ve hedefteki herkesi katlettiler. Sabah olduğunda suçlarını daha fazla saklayamayan İskenderiyeli yahudiler, Cyril ve beraberindeki takipçileri tarafından şehrin sinagoglarında işledikleri soykırım suçundan arandı. Cyril bütün yahudileri yakaladıktan sonra, mülklerinin boşaltılması ve sürülmeleri emrini verdi, eşyalarının İskenderiye'nin kalıcı vatandaşları tarafından yağmalanmasına da izin verdi. Cyril'in yahudileri sürmesiyle, "Orestes(...) bu muameleler karşısında çok öfkelendi ve böyle büyük bir şehrin kendi nüfusunun çoğunu aniden kaybetmesinden dolayı üzüntü duydu." Bu yüzden Orestes ve Cyril arasındaki düşmanlık daha da şiddetlendi ve ikisi de imparatora durumu anlatan bir mektup yazdılar. Sonunda, Cyril Orestes'e uzlaşma da içeren birkaç teklifle yaklaşmaya çalıştı ve bu başarısız olduğunda, Orestes'in hristiyan bir romalı olarak bağlılıklarına yapılan bir çağrıda, ona İncil gösterdi. Ancak Orestes bu hareketler karşısında tepkisiz kaldı.

Bu arada, Nitria'nın dağlarında yaşayan ve çabuk gelayana gelen yaklaşık 500 keşiş, vali ve piskopos arasındaki büyüyen anlaşmazlığı duydu, silahlanarak İskenderiye'ye indi ve Cyril'in yanında savaşmaya hazırlandılar. Varışları sırasında, Orestes'in arabasının yolunu kestiler, pagan putperesti diyerek saldırıya başladılar. Böyle iddialara cevaben, Orestes kendisinin gerçek bir hristiyan olduğunu, üstelik Konstantinopolis piskoposu Atticus tarafından vaftiz edildiğini söyleyerek karşı koydu. Keşişler, Orestes'in hristiyanlığa ilişkin sözlerine bir an kulak verdi fakat Ammonius isimli bir keşiş, Orestes'i alnından taş ile vurdu ve ciddi biçimde kanamasına yol açtı. Bu esnada, Orestes'in muhafızları korku içinde kaçışsalar da, İskenderiyelilerden yakındaki bir kalabalık onun yardımına koştu. Ammonius sonradan bulundu ve eylemlerinden dolayı işkence görmesi emredildi, işkenceler sonucu öldü. Ammonius'un ölümünü takiben, Cyril, onun şehit olarak anılmasını buyurdu. Böyle bir ilan, Scholasticus'un belirttiğine göre, Ammonius'un İsa'yı inkar etmemesinin değil ihtiyatsızlığının cezasını çektiğini düşünen aklı başında hristiyanlar arasında pek kabul görmedi. Bu olay, Scholasticus'a göre, Ammonius'un şehit ilan edilmesine karşı beklediği coşkuyu alamayan Cyril tarafından anlaşıldı.

Scholasticus, Hypatia'yı İskenderiye'nin kadın filozofu ve bu anlaşmazlıktan dolayı alevlenen hristiyan öfkenin hedefi haline gelmiş bir kadın olarak gösterir. Theon'un kızı, Platon'un ve Plotinus'un felsefe okullarından çıkmış bir öğretmen olarak Hypatia en çok onur ve faziletiyle takdir edilir. Orestes, onun öğütlerini izliyor biliniyor ve hristiyanlar arasında dolaşan söylentiler dolayısıyla Hypatia Orestes'in Cyril'le uzlaşmak konusundaki isteksizliğine sebep olmakla kınanıyordu. Hristiyanlardan oluşan bir ayak takımı, Scholasticus'un fanatik olarak tanımladığı Peter adında bir okuyucu rehberliğinde toplandı. Hypatia'yı eve dönerken kaçırdılar, Ceasareum denen kiliseye götürdüler, tamamen soydular ve tuğlalarla öldürdüler. Socrates Scholasticus, Hypatia'nın hala canlıyken derisinin istiridye kabuklarıyla yüzüldüğünü söylerken yorumlanmıştır, çünkü yunanca bir kelime olan ostrakois literatürde istiridye kabuğu anlamına gelmekle birlikte, çömlekçilikte ve çatılardaki tuğlalar için de kullanılmaktadır. Sonrasında uzuvlarını kestiler ve onları yaktılar.

Hypatia'nın öldürüldüğü haberi halk arasında sadece Cyril'e karşı değil bütün hristiyan toplumuna karşı tepkiye yol açtı. Scholasticus anlatısını bir serzenişle bitirir: "Hiçbir şey hristiyanlığın ruhuna soykırımlara göz yummak, savaşlar ve bu tür muamelelerden daha uzak olamazdı."

Nikiu piskoposu John, tarif ettiği bu olaylardan birkaç yüzyıl sonrasında yaşadı ve Hypatia hakkında keskin bir şekilde onun şeytani büyüleriyle birçok kişiyi saptırdığını iddia eden şeyler yazdı. John'un, Hypatia'nın şeytani cazibesinin kurbanı olarak tanımladığı Orestes, onu sık sık onurlandırıyor, derslerini daha yakından takip edebilmek için kiliseyi terk etme eğilimi gösteriyordu. Dahası, Cyril'in iddiasına göre Orestes, Hypatia'nın öğretileri ışığında diğerlerini kiliseyi terk etmeye ikna ediyor, işi böyle kafirleri evinde ağırlamaya kadar vardırıyordu. Bir gün Orestes İskenderiye'deki halk etkinlikleri hakkında bir ferman yayımladı ve tüm vatandaşlar bu bildiriyi okumak üzere toplandı. Fermanın neden böyle bir velveleye neden olduğunu merak eden Cyril, hristiyan algısına ve istidadına malik, aynı zamanda paganizm karşıtı Hierax'ı Orestes'in fermanının yapısını öğrenmesi için oraya gönderdi. Aynı zamanda, bildiri üzerine gittikçe sinirlenen yahudiler Hierax'ın sadece provokasyon maksadıyla geldiğine inanıyorlardı, Hierax'ın bu niyeti Scholasticus'un metinlerine dayanır. Bu varsayıma göre, Orestes Hierax'ı büsbütün suçsuz olduğu bir şey için cezalandırır. Hierax'ın cezası ve işkence görmesiyle birlikte Ammonius'un da içinde bulunduğu birkaç keşişin ölümü, Cyril'in Orestes'e olan hiddetini körükledi. Burada Nikiu piskoposu, Ammonius'un da aktif rol oynadığı ve işkenceyle ölümünü getiren, 500 keşişin Orestes'e saldırısını aşikar şekilde görmezden gelmektedir. Cyril sonradan yahudileri hristiyanlara üzerine yapılacak herhangi bir saldırıya karşı uyardı. Fakat Orestes'in desteğiyle -bundan Scholasticus hiçbir şekilde bahsetmemiştir- yahudiler Cyril'in otoritesine meydan okumaya cür'et etmiştir ve bir gece "Havari Atanasius'un kilisesi yanıyor, hristiyanlar yardıma koşun!" iddiasıyla sokaklarda koşarak hristiyanları telaşa verip düzenlenmiş bir pusuyla katletmişlerdir. 

Ertesi sabah, kalan hristiyanlar Cyril'e katliam haberiyle geldiler ve Cyril yahudiler üzerine yürüyüp İskenderiye'yi onlardan temizledi. Ardından yahudilerin mülklerinin yağmalanmasına izin verdi, sinagogların temizlenmesinden hemen sonra da kiliseye dönüştürdü. Scholasticus'un sinagogların dönüştürüldüğüne dair bir ifadesi yoktur. Yahudilerin kovulmasından sonra Orestes onlara herhangi bir destek vermek konusunda aciz kalmıştır. Bundan kısa bir süre sonra hakim Peter önderliğinde hristiyanlar Hypatia'nın peşine düşmüş ve 'vali dahil şehirdeki çoğu insanı büyüleriyle saptıran bu pagan kadını' bir iskemlede otururken yakalamış 'Ceasaria denen büyük kiliseye' götürmüş ve giysilerini parçalamışlardır. Ölene kadar İskenderiye'nin sokaklarında sürüklemiş ve arta kalanlarını yakmışlardır. Nikius'un Hypatia'nın ölümüne dair ifadeleri Scholasticus'unkiyle farklılık gösteriyor. Hypatia'nın ölümünü takiben Cyril 'yeni Theophilus' olarak adlandırılmıştır. Nikiu piskoposu, Hypatia'nın ölmesiyle hristiyanların pagan putperestliğinin son artığından da kurtulduğunu yazar.


Esin verdikleri;
Bazı yazarların teorilerine göre Azize Katerina mitinin kaynağı Hypatia'ya dayanmaktadır.

Bizans İmparatoru X. Konstantin Dukas'ın ikinci karısı entellektüel Eudokia Makrembolitissa (1021-1096), tarihçi Nicephorus Gregoras tarafından ikinci Hypatia olarak betimlenmiştir.

Karakalem ve toz pastel.

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Thomas Jane



The Punisher, Deep Blue Sea gibi popüler yapımlardan yüzünü hatırlayabileceğiniz Thomas Jane, The Velocity of Gary ve The Last Time I Committed Suicide gibi içerikli filmlerde de başarılı performans sergilemiş iyi bir aktör. Kendisini kapitalizmin kusurlarını ironik anlatımlarla ele alan komedi-drama dizisi Hung'da da izledik. Fakat Jane'in farklı bir yönü daha var. Penthouse Magazine'den Christine Colby'ye verdiği röpartaj ile, aktörün 3-D çizgi roman ve grafik romanlar konusundaki projelerinden ve geçmişinden haberdar oluyoruz.

Grafik romanlar üzerindeki bu perspektifini Jane 3-D filmi Dark Country'ye de taşımış: "Filmi yayına çıkarmak bir yıl kadar aldı, çünkü bu her yönden dijital olan ilk 3-D filmdi. Kameraları yeniden keşfetmek zorundaydık, 3-D filmin baskıya hazırlanmasının çalışma akışını yeniden keşfetmek zorundaydık, bütün bu şeylerin başı Sony Home Video için çektiğimiz bu küçük, 2,5 milyon dolar bütçeli filmde bizim tarafımızdan çekilmek zorundaydı. Hiç nakit olmadan, bu problemlerin içinden çıkmayı denerken bir yıl boyunca tüm giderleri de kendimiz karşıladık. Ormanın içinden geçen ilk adam olmak bazen zor oluyor."

Bu 3-D dijital filme varan deneyim sürecinin Jane açısından bir arka planı var: "Ben Ray Zone'un 3-D çizgi romanları ile büyüdüm. Ray, Güney Kaliforniya Stereo Kulübü denen bir 3-D fotoğraf kulübünün üyesiydi. Ray ile bundan birkaç sene önce benim kendi 3-D grafik romanım olan Bad Planet üzerinde çalışmıştık. Bu büyük bir bilim-kurgu destanıydı ve o kitabın 3-D bölümünü yapmıştık. Yani Ray'i tanıyordum ve onun aracılığı ile kulübe üye oldum. Aynı zamanda ilk yönetmenliğim olan Dark Country için hazırlanıyordum. Bir gün Ray kulübe bu dijital kamera donanımını getirdi ve çok ilgimizi çekti; ardından "Bunlarla harika bir 3-D film çekilebilir!" diye düşündük. Dijital 3-D, daha önce asla yapılmamış. Şöyle düşünüyorduk; her şey dijitale doğru gidiyor, tiyatrolar dijitale doğru gidiyor, tasarımlar böylelikle daha kolaylaşıyor... ve böylelikle top yuvarlanmaya başladı. Doğal olarak, etrafta dolanmaya başlayıp fikrimizi Lionsgate gibi film şirketlerine açtığımızda bize delirmişiz gibi baktılar. Şöyle der gibiydiler; "Kırmızı-mavi gözlüklerle mi? 3-D mi? Bu ne saçmalık, bunları 80'lerden beri kimse yapmıyor." Yani biraz endişeliydik, ta ki 3-D televizyonlar çıkardığı bilinen Sony Home Video'ya gidene kadar. Onlar filmimize yeşil ışık yaktı, bunun kendileri için harika bir şey olabileceğini düşündüler. Çünkü yeni televizyonlarında gösterecek bir şeyler lazımdı, yani bu işi almaları zekiceydi. İşte böylelikle Dark Country 3-D doğmuş oldu."

Çizgi romanlarla olan alakasına gelince: "Beş sene kadar önce ortağım Tim Bradstreet ile Raw Studios diye bir şirket kurdum. Ve grafik romanlar yayımladım, bilim kurgu ve kara film tarzında." Jane, Dark Country filmi üzerinde çizgi roman efsanesi Bernie Wrightson ile de ortak çalışmış: "Bu benim için büyük bir heyecandı, çünkü Bernie'nin çalışmalarıyla büyüdüm ve üzerimde büyük etkisi vardır. Filmdeki kötü adam Bloody Face'in karakterini tasarladı. Süper bir iş çıkardığı için Bernie'nin tasarımını kitaba dahil ettik. Dark Country kitabının arkasında illüstrasyon, storyboard ve Bernie'nin karakter tasarımlarından oluşan 40 kadar sayfa var." Çizgi romanda birçok illüstratör yer almış: "Grafik romanın kendisi Thomas Ott tarafından illüstre edildi. Kendisi oldukça ünlü, alternatif çizgi roman tarzında çizen bir illüstratör. Tanınmış bir çizgi tarzı var ve hikayelerini diyalog olmadan anlatabiliyor, böylece bir Thomas Ott grafik romanı okuduğunda siyah beyaz sessiz filmlerden birini izliyormuşsun gibi oluyor. Dark Country filminin görünüşü üzerinde onun çok etkisi oldu, bu yüzden Tim ve ben bir grafik roman yapmayı düşündüğümüzde ilk Thomas'a sorduk. Thomas, daha filmi görmemiş olduğu halde grafik romanı yapmayı kabul etti. Ona filmin kaynak aldığı Tab Murphy'ye ait kısa hikayeyi verdik ve Thomas onu grafik romana uyarladı. Kısa hikayeden filmden kesilip çıkarılmış bazı kısımları da kullandı, grafik romanın da kısa hikayeyi içermesiyle, hikayenin iki farklı, aslında üç farklı versiyonu oluverdi."

Bahsi geçen Bad Planet'i ise Thomas Jane ve Steve Niles birlikte yazmışlar, Tim Bradstreet ise resimlemiş.

Toz pastel ve karakalem. Schoeller kağıt.

5 Ağustos 2014 Salı

Desen: Işık-Gölge



Işık gölge çalışmalarında doğal objeler iyi bir kaynaktır. İlk çalışmalarda sade, ayrıntısız objeler seçilebilir; elma ya da portakal gibi. 


Örnek olarak elmayı seçelim. Elmayı çizerken önce formunu (şeklini) kavramalıyız. Elmayı bir çember ile ifade edebiliriz (dairesel form). Elma modelimizin duruşuna göre, yaprakla tepe kısmı arasından bir çizgi çekerek aksını belirleriz. Bu, modelde dengeyi sağlayan önemli bir noktadır. Yaprak kısmını, elmadaki girinti çıkıntıları ayrıntılarıyla çizeriz. Bu noktada çizime uzaklaşarak bakabiliriz, böylelikle eksik noktalar görürsek tamamlarız.

Işık gölge aşamasına geldiğimizde, önce ışık vuran kısmı tespit etmemiz gerekir. Işık gölge çalışmasına iki türlü başlayabiliriz:

1. Işığın vurduğu kısımdan ton vermeye başlarız. Burası modelimizi inceleyip kağıt üzerindeki çizimimize aktarma aşamasıdır. Işığın vurduğu kısmın bir bölümünü tamamen beyaz bırakarak, yavaş ve yumuşak hareketlerle, kalemimizi bastırmadan, ışığın bir ton koyusuyla tonlamaya başlarız. Bir ton, iki ton.. derken orta dereceye doğru koyulaştırarak (istenirse daha büyük numaralı bir kaleme geçerek) en koyu tona yani ışığın ters istikametine ulaşırız. Elmamız doğal bir obje olduğundan, girinti çıkıntı ve lekeler dolayısıyla aralarda daha açık veya daha koyu yerler olacaktır, bunlara da dikkat edilmelidir. Son aşamada objemize yine uzaktan bakarız ve eksik ışıklama varsa ilave ederiz. Işığı bir silgi yardımıyla verebilir, eksik koyulukları da daha koyu bir kalemle tamamlayabiliriz.

2. Işığın ters yönünden, yani koyu kısımdan başlarız. Burada en koyu ve yumuşak kalemlerimizden birini (8B, 6B) tercih edebiliriz. Yine yumuşak bir gölgeleme çalışması yaparak en açık kısma doğru dairesel hareketlerle ilerleriz. Yumuşak gölge tespit etmemizin sebebi elmanın doğal bir obje olmasıdır.

Her iki çalışma tarzında da özellikle dikkat edeceğimiz şey açık-orta-koyu tonların obje üzerinde görülmesidir. Sadece orta-koyu ya da açık-orta, açık-koyu içeren bir çalışma istediğimiz hacim etkisini vermez ve gerçek bir elma resmi olmaz.

25 Temmuz 2014 Cuma

Desen: Obje çizimi


Çizime basit konulardan başlamak gerekir. Örneğin bir çay bardağı bunun için uygundur.

Çizime başlamadan önce biraz egzersiz yapmak elimizin açılmasını sağlar; dairesel hareketler, yukarıdan aşağıya, soldan sağa düz çizgi çalışmaları iyi olabilir. Böylece parmaklarımız ve bileğimiz ısınmış olur.

Objenin büyüklüğüne göre gözümüzden uzaklığını ayarlamamız gerekir. Masa üzerinde bir çay bardağı çizecek isek,  çay bardağını masanın ortasına koymamız yeterli olur. Çünkü çay bardağının orantısını bu mesafeden hesap edebiliriz, ayrıntılarını da rahatça görebiliriz.


Çizim yaparken sandalyede dik oturmalıyız. Resim altlığına tutturduğumuz kağıdı ve objeyi başımızı oynatmadan gözümüzle takip edebilmeliyiz. Objeyi görsel olarak iyice tanımalıyız; örnek objemiz olan çay bardağının ince belli, dar ağızlı olması veya ağız ve taban genişliğinin oranı gibi bir takım özelliklerini tahlil etmemiz gerekir. Sonrasında objeye kağıt üzerinde bir yer bulmalıyız. En iyi seçenek objeyi kağıdın tam ortasına çizmektir. Öncelikle yuvarlak ve düz çizgiler kullanarak onun yerini belirleriz. Bir silindir bu obje için çok uygun bir başlangıç olabilir. Silindirin büyüklüğünü kağıdımızda güzel duracak şekilde ayarladıktan sonra tam ortasından iki düz çizgi ile yatay ve dikey olarak ikiye böleriz. Yatay çizgimiz (aks) bardağımızın ince belinin olduğu yerdir. Bel genişliği de ölçülerek belirlendikten sonra bardağımız karakalem ile ışık ve gölge verilerek hacimlendirilmeye artık hazırdır.


Yumuşak uçlu kurşun kalemlerle (3B, 4B, 5B, 6B...) ışık gölge verilerek nesnelere hacim kazandırılabilir. Hacim vermek çizimin gerçeğe, yani modele daha çok benzemesini sağlar. Bunu gerçekleştirmek için objemizin ya da modelimizin bulunduğu yerin ışığını iyi ayarlamamız gerekir. Bu ışık güneş ışığı ya da yapay ışık olabilir.

Modelimiz için seçeceğimiz ışık vurumları; soldan gelen ışık, sağdan gelen ışık, tam karşıdan gelen ışık, tepeden gelen ışık, alttan gelen ışık veya ters ışık olabilir. Yeni başlayanlar için tam karşıdan vuran ışık daha iyi olacaktır.

Işık-gölge çalışmalarında ışık üç temel tonda ifade edilir; açık, orta, koyu. Hacim, ışığın vurduğu en parlak yer açık olacak şekilde, ışıktan uzaklaştıkça orta tona doğru yaklaşmak ve koyu tona doğru ton skalası geçişi yapmak suretiyle kazandırılır. Ton skalasında açık-orta-koyu arasındaki ara tonlar yumuşak geçiş sağlar. Böylece çalışmalarımıza bir gerçekçilik kazandırmış oluruz.

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Suluboya: Suluboya fırçası nasıl olmalı?

İyi bir suluboya fırçası yumuşak ve yuvarlak uçlu olmalıdır, suya batırıldığı zaman uç bir araya toplanmalıdır, dağılmamalıdır, dökülmemelidir. Fırça kağıda sürüldüğü zaman kağıdı yıpratmamalı, boyayı istenilen kıvam ve tonda taşıyabilmeli ve yayabilmelidir.

Suluboya fırçaları çalışma sırasında bile suluboya kabı içinde bekletilmemelidir. Aksi taktirde uçları zamanla kıvrılır ve dökülür. Kullanılmayan fırçalar bir kağıt havlu üzerinde düzgün bir şekilde sıralanmalıdır. Çalışma bittikten sonra üstlerinde boya kalmayacak temizlikte yıkanıp, durulanıp kaldırılmalıdır. Böylece fırçalar daha uzun ömürlü olur.

22 Temmuz 2014 Salı

Suluboya resim nedir?

Suluboya resimler parlak ve canlı renklere sahip, sınır tanımayan fırça hareketleriyle boyanmış resimlerdir.

Bir suluboya çalışmasına başlarken; suluboya kağıdı, suluboya, suluboya fırçaları, su kabı, kağıt peçete veya emici sünger hazır bulundurulur. Suluboya kağıdı 200-300 gramlık kağıt olmalıdır. Daha ince kağıtlara da çalışılabilir ancak bunlar suyu emince kıvrılacağı için bizi memnun etmez. Suluboya kağıdı, istenirse bir resim altlığına (duralit) köşelerinden bantla tutturulabilir.

Konuyu kurşun kalemle bastırmadan hafifçe çizebiliriz. Suluboya şeffaf bir çalışma olduğu için kurşun kalem izlerinin görünme riski vardır. Eğer koyu çizgiler varsa bunları hamur silgi ile daha açık hale getirmeliyiz. Hamur silgiyi kullanırken, kurşun kalem izlerinin üzerine bastırarak izleri alacak şekilde kullanmalıyız, eğer doğrudan silinirse kağıt yıpranabilir.

Boyamaya açık renklerden ve geniş yüzeylerden başlanmalıdır. Kontürler en son atılmalıdır. Boyanın rahat yayılması için çalışılacak bölge temiz su ile nemlendirilir.

Örneğin bir manzara resmi (peyzaj) çalışacağız: Önce gökyüzünü çalışmalıyız. Eğer akan bir dere çiziyorsak gökyüzünü çalıştığımız rengi oraya da kullanmak resmin bütünü üzerinde bir çalışma hakimiyeti sağlar.

Suluboya çabuk kuruyan bir boya olduğu için hızlı çalışma gerektirir. Yazının başında da belirttiğim gibi suluboyada sınır yoktur. Yer yer renkler birbirine karışarak güzel tonlar meydana getirecektir. Bazı yerlerde ışık ve açıklıklar bırakmak için kağıdın kendi rengi boyanmadan kalmalıdır. Renkleri daha ziyade boyarken kağıt üzerinde karıştırmayı ve yeni tonlar elde etmeyi ilerleyen zamanlarda ustalaştıkça öğreniriz.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Çizim

Çizim bir objenin ayrımlı, güçlü çizgi ve taramalarla oluşturulmuş bir ifadesidir. Bu, çizimi objenin boyalar, renkler ve ton değişimleriyle işlenmesiyle oluşan tablodan ayırır.

19. yüzyıldan itibaren renklendirilmemiş tüm iki boyutlu tasvirler -anlatımlar- için teknik terim olarak "grafik" ifadesi kullanıldı. Çizginin yanı sıra baskı, mozaik, kazıma resim de grafik olarak kabul edildi.

Klasik görüşe göre bir çizim kendi anlamını motifin çevre çizgileriyle vurgular, hacim yaratmak için, kesintisiz devam eden taramalar kullanılarak tamamlanır. Bundan başka, tasvirlerde ya tek renk ya da yalın renklerle çalışılmış geleneksel bir çizim üslubu görülür. Günümüzde sanatsal çizime birçok karışık tekniğin uygulandığını görüyoruz. Bu da akademik sınırlarla pratikteki sınırların örtüşmesini zorlaştırıyor. Örneğin fırça çizimi, çizgiler ve taramaların yanına lavi tekniğini de koyuyor.

Esasında sanatsal çizim dendiğinde ilk akla gelen artistik çizgilerle yapılan serbest el çizimleridir. Ama çizimler cetvel, şablon gibi yardımcı araçlarla da yapılabilir. Bunlar teknik çizimlerde sıklıkla kullanılır.


15 Temmuz 2014 Salı

Desen

Desen; çizgi resimlere denir. Renkli ya da renksiz olabilir. Çizgiler ya da tonlama ile gerçekleştirilebilir. Desen, resmin temelidir.

Hareket eden varlıkların çizgileri, duruşları, oranları, ışıkları, fonu değiştiğinden desen çizimleri daha zordur. Algılanan varlık resim düzlemine direksiyon çizgileri ile yerleştirilir. Araştırma çizgileri; çok sayıdadır ve silmeye gerek yoktur, varlığın hacmini, oranlarını, parçalarının yönünü araştırmak için çizilir. Tek çizgi de kullanılabilir.

Doğru olduğuna karar verilen desen bitirilebilir ya da tonlama ile sürdürülebilir, renklendirilebilir.


14 Temmuz 2014 Pazartesi

Suluboya: Renkler ve Ton

Suluboya uygulama alanı geniş bir tekniktir. Suluboyanın içerdiği kimyasal maddeler sağlığa en zararsız olanlardır.

Renk; ışıkla oluşur. Her alıcı tarafından farklı algılanır. Renkler düzensizdirler. Işıkta ana renkler kırmızı, mavi ve yeşil'dir. Boyada ana renkler ise sarı, kırmızı ve mavi'dir.

Ara renkler turuncu, yeşil ve mordur. Sıcak renkler sarı, kırmızı ve turuncu'dur. Soğuk renkler yeşil, mor ve mavi'dir. Zıt renkler ise kırmızı-yeşil, kırmızımor-sarıyeşil, mor-sarı, mavimor-sarıturuncu, mavi-turuncu, maviyeşil-kırmızıturuncu'dur.

Gökkuşağı renkleri kırmızıdan başlayarak bir ara renk, bir ana renk biçiminde sıralanır.

Renklerin birbirlerine etkileri;
-Tek başına dağınık etkisi olan sarının, beyazla karıştırıldığında etkisi artar. Soğuklaşan sarının etkisi azdır.
-Mavinin etkisi koyulaştıkça artar.
-Siyah sessiz, hareketsizdir.
-Turuncu, kırmızının sertliğini, sarının dağınıklığını azaltır.
-Tamamlayıcı renkler eşit ölçüde karıştırıldıklarında grileşirler.
-Zıt renkler yan yana dururlarsa birbirlerinin etkilerini artırırlar.
-Siyah fon gri yüzeyi daha açık gösterir. Gri fon siyah biçimi daha derine iter.
-Açık, zayıf, soğuk, belirsiz, mat, kirli renkler uzaklık etkisi gösterirler.
-Koyu, şiddetli, sıcak, net, parlak, temiz renkler yakınlık etkisi gösterirler.
-Zıt renklerden biri diğerine çok az karıştırılırsa canlılıkları kaybolur.

Ton; bir rengin çeşitleridir. Ton, ışığın aydınlatma derecesi ile oluşur. Ton skalası; bir rengin değerlerini, açıktan koyuya doğru derecelendirmedir. Tüm renkler 2 ile 9 arasındadır, 1 ile 10 değerinde olamazlar.

13 Temmuz 2014 Pazar

Portre

Portre resim, subjenin görüntüsünü resmetmeyi amaçlayan bir resim türüdür. İnsan figürünün yanı sıra hayvanlar, evcil hayvanlar ve hatta cansız objeler portre çizimi için subje olarak seçilebilir. Ek olarak, portre sanatında farklı medya türleri de kullanılabilir; gravür, taş baskı, fotografi ve hatta video ve dijital medya gibi.

Portre ressamları işlerini halka açık veya kişiye özel olarak komisyonla yaparlar ya da beğeni uyandıran bir subjeden ilham alırlar.  Portreler sıklıkla önemli devlet erbabının ya da ailelerin kayıtları şeklinde olup, bunun yanı sıra yadigar niteliği de taşımaktadır.

Tarihte portre resimleri öncelikle para ve iktidar sahiplerini anmaya yönelikti. Ancak bir süre sonra çoğunlukla orta sınıf patronlarının aileleri ya da meslektaşları için ısmarladıkları bir şey haline geldi. Günümüzde portre hala yöneticiler, kurumlar, gruplar, kulüpler ve bireysel olarak sipariş ediliyor.

İyi bir portreden beklenen ya subjenin -sanatçının bakış açısıyla- ruhsal niteliğini, özünü göstermesidir ya da güzel bir tasvirini sunmasıdır, yalnızca benzerlik yakalaması değil. Aristo'nun da belirttiği gibi; "Sanatın amacı, şeylerin dış görünüşünü ortaya koymak değildir, içsel anlamını sunmaktır; bunun için, görünen duruş ve detaylar esas gerçekliği teşkil etmez."




Sanatçılar subjelerini resmetmede fotografik gerçekçilik ya da bir empresyonist benzerlik yakalamak için uğraşabilirler fakat bu, karakteristik tasvirlerle öne çıkan karikatürle farklı düşer. Edward Burne-Jones'in de dediği gibi; "Büyük portre ressamlığına uygun düşen tek ifade karakter ve manevi mizacın ifadesidir, geçici, fani ya da tesadüfi herhangi bir şeyin değil."

11 Temmuz 2014 Cuma

Suluboya: Suluboyada beyaz boya kullanılır mı?


Suluboya bir çalışma tekniğidir. Boyalar, piyasada kutular içinde tablet şeklinde sıkıştırılmış pigment boyalar halinde satılır. Tüp içinde hazır sulandırılmış boyalar satılsa da profesyoneller bunları tercih etmezler.

Aldığımız kutu ya da tüp boyalara baktığımızda renklerin içinde beyaz boyanın da yer aldığını görürüz. Fakat boyayı suluboya resim yaparken kullanmayız. Bunun nedeni; beyaz boyanın, içine katıldığı renkleri matlaştırmasıdır. Suluboyada önem verdiğimiz ışık ve renklerdeki canlılık, parlaklık kaybolur. Renkleri açmak istediğimizde bunun yerine su kullanırız. Beyazlık istiyorsak kağıdın kendi beyazlığını ve ışıltısını kullanırız. İşte suluboyanın püf noktası da burada başlar. Doğru yerde doğru beyazlık ve ışık.


28 Şubat 2014 Cuma

İllüstrasyon

Resim sanatının abartılı ya da doğada benzeri görülemeyecek, deneysel olarak kurgulanamayacak kompozisyonlarının resmedildiği bir dalıdır. Grafik sanatlar kapsamına girer.

Latince 'illustrare' ; "aydınlatmak, açıklamak, övmek" anlamlarına gelir. Resmin birlikte verildiği metni açıklayıcı işlevi şekline ya da spesifik fonksiyonuna bağlı değildir.

İllüstrasyon simgesel olarak kullanılabildiği gibi, kavramların anlaşılabilir ve görsel olarak canlandırılabilirliği açısından dil işlevi de görür.

Antik kitap rulolarında ve kodekslerde nadir de olsa illüstrasyonlar görülmektedir. Ortaçağda kitap basım tekniğinin bulunmasından ve bununla birlikte çoğaltım imkanı oluşmasından önce el yazmalarında illüstrasyon olarak renkli kitap minyatürleri kullanılırdı.

İllüstrasyon sanatı için önemli bir tarihi evre de reform zamanıdır. Seri basımda yazıdan geniş ölçüde vazgeçilmiş el ilanları ve bildirilerin yayılması sırasında illüstrasyon kullanımı zirve noktasına ulaştı; çünkü halk okuma yazma bilmiyordu.

İllüstrasyonlar bilimsel ders eserlerinde modern çağın erken zamanlarında resimler içinde açıklayıcı metinlerle birlikte verilerek anatomik şekillerde, bitki kitaplarında ya da teknik tasvirlerde olduğu gibi kullanılmıştır.





İllüstrasyon özel bir anlamına da Colbert altında Akademi'nin araştırmalarından geçerek ulaşıyor. Bu gelenekten gelen başta Diderot ve d'Alembert olmak üzre ansiklopedistler resmin öğretici etkisini desteklediler.

Kültürel tarih açısından ise illüstrasyonun edebiyattaki 18. yy'dan itibaren olan gelişimi daha önemlidir. Resimlerin ilave edilmesiyle artarak oluşan okuyucu kitlesi ve bu sektöre kazanılan çok sayıda sanatçı resim tarihi açısından önemli eserler vermiştir. Daha sonraları illüstrasyon 19. yy'ın ortalarında başlayan 'Arts and Crafts' hareketi ile anlam buldu.

Kitapların özel ölçüleri dahil günlük kullanım eşyalarındaki el sanatlarına özgü sadelik ve eşzamanlı güzellik üzerine yeni temel kavrayış, erken modern dönemde William Morris ve Aubrey Beardsley arasında kitap illüstrasyonunun biçimsel bir rönesansını harekete geçirdi.

Erken modern dönemde ve bugün de hala edebi illüstrasyonun en enteresan ve yenilikçi dalı resimli kitaplarda ve çocuk kitaplarındadır. Bu alanlarda illüstrasyonun her zaman büyük bir rolü vardır.

Sanat tarihi diğer hiçbir sosyal bilimin olmadığı kadar kendi öğretim eşyalarını resimlerle ve araştırmalarla beslemeye mecbur kaldı. En başından itibaren el kitaplarında ve broşürlerde bu öğretici araçlar yer aldı. Gerçi fotografi, diyapozitif ve yeni medya türleri gibi yeniliklerin bu alan üzerindeki etkileri tartışılır. Fakat bu meslek dalının da bağlı olduğu medya aracılığı, yine de çoğunlukla ilerleme ve gelişmesine izin vermiştir.