11 Ekim 2014 Cumartesi

Mandragora officinarum



Adamotu, Hacılarotu, Aşkotu, At elması, Şeytan mumu

Drog; ağrı kesici, uyutucu, spazmolitik ve afrodizyak etkilere sahiptir. Haricen, merhem halinde romatizmaya karşı kullanılır. Etken madde Mandragorin; Hiyosiyamin, Skopolamin, Atropin karışımından oluşan bir maddedir.

Morfolojik açıdan;

-Yapraklar; rozet şeklinde dizilmiş, çiçekler morumsu beyaz renkli,

-Meyva; erik büyüklüğünde, oval şekilli bir bakka, olgunlukta koyu sarı renkli, kuvvetli kokulu,

-Kök; etlidir, önce ikiye ayrılır, sonra dallanır, şekli insana benzer.

Mandragora cinsine ait yaygın adamotu; antik dönemden beri öncelikle köklerinin biçiminin insan şekline benzerliğinden dolayı sihirli iksir olarak değeri olan zehirli bir ilaç ve ayin bitkisidir. Jacob Grimm'e göre ismini bir proto-cermen falcı olan Alruna'dan almıştır...

Adamotu Eski Ahit'te de geçmektedir. Eski Ahit'in ilk kitabında dudai denen bitkinin bugüne kadar hermon, karmel, gilboa dağlarında bulunan adamotu ile özdeş olması muhtemeldir. Latince incil "mandragora" terimini kullandığı sırada Luther ilk olarak terimi çevrilmeden "dudaim" diye bırakmıştır. Düzeltilmiş Luther incilinde aşk elması olarak geçer: "Reben hasat mevsimi gitti ve tarlada aşk elmaları buldu ve onları evine annesi Lea'ya götürdü."

Burada daha ziyade bitkilerle bağlantılı kehanetin verilişiyle döl bereketine sahiptir. Burada adamotunun kastedildiği çoktan beri tartışma konusudur. Heinrich Heine, Ludwig Börne'ye Helgoland'dan şöyle yazmıştır: "Eski Ahit'te ilk kitap Musa'nın tamamını okudum. (...) Yakup'un koyunlarının nasıl böğürdüklerini duyuyorum. (...) Bu arada Ruben eve geliyor ve annesine tarladan topladığı bir demet dudaim veriyor. Rahel dudaim'i istiyor ve Lea Rahel'e onları bir şartla veriyor; bunun için Yakup sonraki gece onunla uyuyacak. Dudaim nedir? Yorumcular bunun için boşuna kafa patlattılar. Luther aynı şekilde bu çiçekleri dudaim olarak adlandırırken işini daha iyi bilmiyordu. Bu çiçekler belki de suabiya sarı şebboyudur.(...)"

1879'da hala dudaim için bazı incil kayıtlarında "Sözcük anlamına dair: sevimli, hoş bir şey. Bir çiçek ya da meyve olup olmadığı henüz bilinmiyor." ifadesi yer alır. Dudai'm kelimesinin etimolojisi de belirsiz kalır.

Başka bir yoruma göre, mandragora ismi farsça "sihir etkili" anlamına gelen mardom'dan türer.


Antik çağa gelirsek; mandragora Eski Mısır'da yerli bir bitki değildi, fakat çok eski zamanlardan beri bahçe bitkisi olarak yetiştirilirdi. Firavun Tutankamon'un mezarında meyveler ve mahsüllerin tasvirleri bulunmuştur, Birinci Seti'nin saltanatından mimar Sennedjem'in mezarında palmiye türleri, incir ağacı, gelincik ve peygamber çiçeği birlikte tasvir edilmiştir. İsa'dan sonra üçüncü yüzyıla ait halkla ilgili bir papirüste yatmadan önce içilen bir içkinin bileşeni olarak geçer.

Yunanistan'da mandragora'nın meyveleri bundan dolayı mandragoritis sanını taşıyan tanrıça Afrodit'e vakfedilir. Bugün burada o biçim betimlenen adamotu kökünün o olup olmadığı çözülememiştir. Mandragora derken belladonna'yı kasteden, Aristo öğrencisi Theophrast tarafından, hilekar kök toplayıcıların göklere çıkardığı adamotu bitkisinden açıkça afrodizyak olarak söz edilmiştir. Ürün kaldırma sırasında bir kılıçla adamotunun etrafında üç kez dönmek gerekirdi. Sonra topraktan çıkarırken yüzü doğuya dönük olurdu. O sırada başka biri de o bölgede dans eder ve aşkın gücü'nü söylerdi.

Büyük Plinius'a göre, Sappho adamotu kökünün büyüsünden dolayı Phaon'a talihsizce aşık olmuştur. Bunun dışında Plinius Theophrast'ın yanında yer alır. Gerçi Dioscorides de birinci yüzyılda büyücü tanrıça Kirke'ye ait Κιρκαία bileşeninden sonra sözcüğü aşk iksiri olarak açıklar, fakat bununla beraber hazırlanışını ve tıbbi etkisini de vurgular: "Taze dövülmüş ve preslenmiş kök kabuklarından usare hazırlanır, bu daha sonra güneşe konulmalı ve kaynatarak koyulaştırdıktan sonra toprak bir çömlek içine konup saklanmalıdır. Benzer bir usulde elmalardan da usare hazırlanır, fakat onlardan daha zayıf etkili bir usare elde edilir."

"Bulgur ile taze yapraklar örtü olarak gözler ve ülser üzerine iltihaplarda iyi bir gereçtir, apselere ve şişliklere, bezelere ve tümörlere de etkilidir; beş altı güne kadar yumuşakça söktüğünde, izleri de cerahatsiz şekilde yok eder. Aynı amaçlar için yapraklar tuzlu suya konup salamura edilir ve saklanır."

"Kökler sirke ile ince öğütülünce yılancık hastalığını iyileştirir, bal veya yağ ile yılan ısırmalarına iyi gelir, su ile bezeleri ve tüberkülleri iyileştirir, bulgurla eklem ağrılarını hafifletir."


Ortaçağda; tasvirler Flavius Josephus ya da Claudius Aelianus'un yazılarına dayanır; yöntem sıklıkla adamotu kökünün bir köpeğe çektirilmesi şeklinde tarif edilmiştir. Bundan başka bitkinin özellikle Neukirch'te Falkenberg dolaylarında ve Lausitz'te Muskauer Heide'de iyi yetiştiği not edilmiştir. Bunların adamotunun her şeyden önce darağaçları altında yetiştiği varsayımıyla ilişiğinin bulunup bulunmadığı kesin değildir. Batıl inanca göre bu adamotları asılmışların idrar ve menisinden oluşmuştur.

İyi bir ürün kaldırma için eğrelti otlarının toplanmasındaki gibi yaz dönümünde gece yarısı saatleri önerilmektedir. Sonra da adamotu bir çığlık atar, bazı ananelere göre bu bahçıvanları korkutmaktan başka bir şeye neden olmazken, bazılarına göre onların ölümüne yol açar. Tam bu bağlamda Josephus'un köpeği de yeniden canlanır:

kulaklar pamuk, zift ya da balmumu ile tıkalı olarak, önce adamotu üzerine üç kez haç çıkarılır, ardından kuyruğuna kök bağlanmış köpek adamotunu çekmeye bırakılır.

Sadece Albertus Magnus, Konrad von Megenburg gibi bu noktada daha ziyade köklerin görünüşünün tasviriyle yetinir.

Causae et Curae'sinde adamotuna bir bölüm ithaf eden Hildegard von Bingen 12. yüzyılda, şeytanın bitkinin içinde yaşadığını sanıyordu. Bitkinin toplanması bu sıralarda pek mesele değildi, fakat bitki daha sonra içindeki kötülüğün çıkarılması için suya yatırılmalıydı, aksi halde bitki kara büyüler için kullanılmaya açık olacaktı. Sağlık için kullanımında ise şehvete karşı etkiliydi. Bunun için hastanın göğüs ve göbeği arasına dişi adamotu sıkıca bağlanır, sonra kök iki parçaya yarılıp bel üzerine bağlanır ve son olarak artık büsbütün insan-biçimli tasavvur edilmiş kökün sol eli öğütülüp kafur ile karıştırılarak yenirdi. Endişeye de iyi gelirdi, bunun için kökün yatağa alınması ve ısınmalarıyla belirli bir dua okunmalıydı. İki hastalıkta da kayın ağacı sürgünleri adamotunun yerini alabilirdi.

Başka söylentilere göre ise bir adamotuna sahip olmak ve onu kullanabilmek için her halukarda şeytanla birlik olunmuş demektir. Merhum adamotu sahibinin mezarına para ve ekmek konulmalıdır. Ölmeden önce adamotunu vermek bu problemi sınırlı olarak çözer, çünkü hediye edilmiş olan bir daha verilmeye müsait değildir, aksi halde her zaman ilk sahibine geri döner. Ve adamotları yalnızca kök olarak düşünülmez, adamotu zehirlenmesinin semptomatik hayalleri olan örneğin bir karakurbağası, altın ejder yumurtaları, ya da yuvarlanan gözlere sahip tanımlanamayan yaratıklar olarak görünür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder