12 Ekim 2014 Pazar

Freddie Mercury




11 Ekim 2014 Cumartesi

Mandragora officinarum



Adamotu, Hacılarotu, Aşkotu, At elması, Şeytan mumu

Drog; ağrı kesici, uyutucu, spazmolitik ve afrodizyak etkilere sahiptir. Haricen, merhem halinde romatizmaya karşı kullanılır. Etken madde Mandragorin; Hiyosiyamin, Skopolamin, Atropin karışımından oluşan bir maddedir.

Morfolojik açıdan;

-Yapraklar; rozet şeklinde dizilmiş, çiçekler morumsu beyaz renkli,

-Meyva; erik büyüklüğünde, oval şekilli bir bakka, olgunlukta koyu sarı renkli, kuvvetli kokulu,

-Kök; etlidir, önce ikiye ayrılır, sonra dallanır, şekli insana benzer.

Mandragora cinsine ait yaygın adamotu; antik dönemden beri öncelikle köklerinin biçiminin insan şekline benzerliğinden dolayı sihirli iksir olarak değeri olan zehirli bir ilaç ve ayin bitkisidir. Jacob Grimm'e göre ismini bir proto-cermen falcı olan Alruna'dan almıştır...

Adamotu Eski Ahit'te de geçmektedir. Eski Ahit'in ilk kitabında dudai denen bitkinin bugüne kadar hermon, karmel, gilboa dağlarında bulunan adamotu ile özdeş olması muhtemeldir. Latince incil "mandragora" terimini kullandığı sırada Luther ilk olarak terimi çevrilmeden "dudaim" diye bırakmıştır. Düzeltilmiş Luther incilinde aşk elması olarak geçer: "Reben hasat mevsimi gitti ve tarlada aşk elmaları buldu ve onları evine annesi Lea'ya götürdü."

Burada daha ziyade bitkilerle bağlantılı kehanetin verilişiyle döl bereketine sahiptir. Burada adamotunun kastedildiği çoktan beri tartışma konusudur. Heinrich Heine, Ludwig Börne'ye Helgoland'dan şöyle yazmıştır: "Eski Ahit'te ilk kitap Musa'nın tamamını okudum. (...) Yakup'un koyunlarının nasıl böğürdüklerini duyuyorum. (...) Bu arada Ruben eve geliyor ve annesine tarladan topladığı bir demet dudaim veriyor. Rahel dudaim'i istiyor ve Lea Rahel'e onları bir şartla veriyor; bunun için Yakup sonraki gece onunla uyuyacak. Dudaim nedir? Yorumcular bunun için boşuna kafa patlattılar. Luther aynı şekilde bu çiçekleri dudaim olarak adlandırırken işini daha iyi bilmiyordu. Bu çiçekler belki de suabiya sarı şebboyudur.(...)"

1879'da hala dudaim için bazı incil kayıtlarında "Sözcük anlamına dair: sevimli, hoş bir şey. Bir çiçek ya da meyve olup olmadığı henüz bilinmiyor." ifadesi yer alır. Dudai'm kelimesinin etimolojisi de belirsiz kalır.

Başka bir yoruma göre, mandragora ismi farsça "sihir etkili" anlamına gelen mardom'dan türer.


Antik çağa gelirsek; mandragora Eski Mısır'da yerli bir bitki değildi, fakat çok eski zamanlardan beri bahçe bitkisi olarak yetiştirilirdi. Firavun Tutankamon'un mezarında meyveler ve mahsüllerin tasvirleri bulunmuştur, Birinci Seti'nin saltanatından mimar Sennedjem'in mezarında palmiye türleri, incir ağacı, gelincik ve peygamber çiçeği birlikte tasvir edilmiştir. İsa'dan sonra üçüncü yüzyıla ait halkla ilgili bir papirüste yatmadan önce içilen bir içkinin bileşeni olarak geçer.

Yunanistan'da mandragora'nın meyveleri bundan dolayı mandragoritis sanını taşıyan tanrıça Afrodit'e vakfedilir. Bugün burada o biçim betimlenen adamotu kökünün o olup olmadığı çözülememiştir. Mandragora derken belladonna'yı kasteden, Aristo öğrencisi Theophrast tarafından, hilekar kök toplayıcıların göklere çıkardığı adamotu bitkisinden açıkça afrodizyak olarak söz edilmiştir. Ürün kaldırma sırasında bir kılıçla adamotunun etrafında üç kez dönmek gerekirdi. Sonra topraktan çıkarırken yüzü doğuya dönük olurdu. O sırada başka biri de o bölgede dans eder ve aşkın gücü'nü söylerdi.

Büyük Plinius'a göre, Sappho adamotu kökünün büyüsünden dolayı Phaon'a talihsizce aşık olmuştur. Bunun dışında Plinius Theophrast'ın yanında yer alır. Gerçi Dioscorides de birinci yüzyılda büyücü tanrıça Kirke'ye ait Κιρκαία bileşeninden sonra sözcüğü aşk iksiri olarak açıklar, fakat bununla beraber hazırlanışını ve tıbbi etkisini de vurgular: "Taze dövülmüş ve preslenmiş kök kabuklarından usare hazırlanır, bu daha sonra güneşe konulmalı ve kaynatarak koyulaştırdıktan sonra toprak bir çömlek içine konup saklanmalıdır. Benzer bir usulde elmalardan da usare hazırlanır, fakat onlardan daha zayıf etkili bir usare elde edilir."

"Bulgur ile taze yapraklar örtü olarak gözler ve ülser üzerine iltihaplarda iyi bir gereçtir, apselere ve şişliklere, bezelere ve tümörlere de etkilidir; beş altı güne kadar yumuşakça söktüğünde, izleri de cerahatsiz şekilde yok eder. Aynı amaçlar için yapraklar tuzlu suya konup salamura edilir ve saklanır."

"Kökler sirke ile ince öğütülünce yılancık hastalığını iyileştirir, bal veya yağ ile yılan ısırmalarına iyi gelir, su ile bezeleri ve tüberkülleri iyileştirir, bulgurla eklem ağrılarını hafifletir."


Ortaçağda; tasvirler Flavius Josephus ya da Claudius Aelianus'un yazılarına dayanır; yöntem sıklıkla adamotu kökünün bir köpeğe çektirilmesi şeklinde tarif edilmiştir. Bundan başka bitkinin özellikle Neukirch'te Falkenberg dolaylarında ve Lausitz'te Muskauer Heide'de iyi yetiştiği not edilmiştir. Bunların adamotunun her şeyden önce darağaçları altında yetiştiği varsayımıyla ilişiğinin bulunup bulunmadığı kesin değildir. Batıl inanca göre bu adamotları asılmışların idrar ve menisinden oluşmuştur.

İyi bir ürün kaldırma için eğrelti otlarının toplanmasındaki gibi yaz dönümünde gece yarısı saatleri önerilmektedir. Sonra da adamotu bir çığlık atar, bazı ananelere göre bu bahçıvanları korkutmaktan başka bir şeye neden olmazken, bazılarına göre onların ölümüne yol açar. Tam bu bağlamda Josephus'un köpeği de yeniden canlanır:

kulaklar pamuk, zift ya da balmumu ile tıkalı olarak, önce adamotu üzerine üç kez haç çıkarılır, ardından kuyruğuna kök bağlanmış köpek adamotunu çekmeye bırakılır.

Sadece Albertus Magnus, Konrad von Megenburg gibi bu noktada daha ziyade köklerin görünüşünün tasviriyle yetinir.

Causae et Curae'sinde adamotuna bir bölüm ithaf eden Hildegard von Bingen 12. yüzyılda, şeytanın bitkinin içinde yaşadığını sanıyordu. Bitkinin toplanması bu sıralarda pek mesele değildi, fakat bitki daha sonra içindeki kötülüğün çıkarılması için suya yatırılmalıydı, aksi halde bitki kara büyüler için kullanılmaya açık olacaktı. Sağlık için kullanımında ise şehvete karşı etkiliydi. Bunun için hastanın göğüs ve göbeği arasına dişi adamotu sıkıca bağlanır, sonra kök iki parçaya yarılıp bel üzerine bağlanır ve son olarak artık büsbütün insan-biçimli tasavvur edilmiş kökün sol eli öğütülüp kafur ile karıştırılarak yenirdi. Endişeye de iyi gelirdi, bunun için kökün yatağa alınması ve ısınmalarıyla belirli bir dua okunmalıydı. İki hastalıkta da kayın ağacı sürgünleri adamotunun yerini alabilirdi.

Başka söylentilere göre ise bir adamotuna sahip olmak ve onu kullanabilmek için her halukarda şeytanla birlik olunmuş demektir. Merhum adamotu sahibinin mezarına para ve ekmek konulmalıdır. Ölmeden önce adamotunu vermek bu problemi sınırlı olarak çözer, çünkü hediye edilmiş olan bir daha verilmeye müsait değildir, aksi halde her zaman ilk sahibine geri döner. Ve adamotları yalnızca kök olarak düşünülmez, adamotu zehirlenmesinin semptomatik hayalleri olan örneğin bir karakurbağası, altın ejder yumurtaları, ya da yuvarlanan gözlere sahip tanımlanamayan yaratıklar olarak görünür.

9 Ekim 2014 Perşembe

Resimde Sembolizm


Sembolizm'in kökleri;

18. yüzyılın son on yılında ve bu yüzyılın başlarında Avrupa'da sanatçılarla birlikte şairlerin, filozofların, edebiyatçıların da görüşlerinde büyük değişiklikler meydana geldi. Sanatta yeni bir estetik anlayışı kabul edildi. Bu yıllarda müziğe duyulan derin hayranlık, sanatçıların yaratıcılığına bir berraklık getirdi. Sanatların eşit olduğu fikri kabul edilerek şiir, resim, müzik beraberliği doğdu. Sembolist kültürün derinliklerine ve Yeni Sanat'a hakim olan yeni konularda bir taraftan romantik duyarlık, diğer taraftan da Hegel'den Schopenhauer'e dek Alman düşüncesi görülmekteydi.

Nabiler;

Sérusier, Denis, Bonnard, Vuillard, Ranson, Lacombe, Roussel, Hollandalı Verkade, Macar Rippl-Ronai ve diğerleri Vallotton'la Maillol, Nabi resminin en usta temsilcileridir. En gençleri olan Roussel'in dışında hemen hemen hepsi 1860-1870 yılları arasında dünyaya geldiler.

Julian Akademisi'nde okuyan Sérusier, Bonnard, Vuillard, Denis, Vallotton ve Ranson 1890'da Akademi'den ayrıldılar. En yaşlıları olduğu sanılan Sérusier, aynı zamanda en kültürlüleriydi. Sérusier'in meşhur "Tılsım" adlı eserinde, sanatçının Gauguin'den aldığı derslerin etkisi görülür.

Maurice Denis, yazılarında bu dönemle ilgili birçok bilgi verir. Denis'in yazılarındaki pasajlar, aşağı yukarı şöyledir: "Ressamların dediği gibi; boya kaplı düz bir yüzey olan tuvalden, eski bir duyumun anısını araya sokmak gerekmeden, üzüntü veren ya da teselli eden edebi heyecan taşıyor." Bir süre sonra plastik değerlerden söz edilir. Müteakiben; zevklere, eşdeğer teorilerine geçişe değinir. Denis, 1909'larda yazdığı "Teori"sinde figüratif sanatlardan başka; yüzyılın akışı içinde felsefi düşünceyi, sanat teorisini, edebiyat ve müziği ilgilendiren anti-materyalistik, anti-pozitivistik, anti-natüralistik etkilere de değinerek nabi sembolizmini açıklamıştır.

1890 yılının ressamları ve illustratif realizme gösterilen reaksiyon;

İzlenimcilik tatminsizliğinden doğan Nabi resminin ideolojisi izlenimci natüralizm kritiğinin reddedilmesinden oluşmaktadır. Denis'den edindiğimiz bilgilere göre, 1888'de kendisi ve Julian Akademisi'ndeki meslektaşları hemen hemen tüm izlenimcilikten habersizdir. Pont-Aven ve Bois d'Amour zevki ise, akademi profesörlerinin "tabiat haricindeki güzellik, ilim ile tabiat ve teoriler içinde sanat"ı aramaya iten materyalist eğilimden ileri gelmektedir.

Mistisizm, primitivizm, idealizm: Japonya'nın keşfi, L'Art Sacré estetiği;

Süsleme (ornamentalismo), sembolizm, primitivizm, idealizm ve diğer akımlarda eserler veren 1890'ların genç sanatçıları, benzer bir "gerçek resmi" ve bulanık bir yaratıcılık anlayışında birleşirler. Aynı yıllarda resim sanatında Japon zevki yayılmaya başladı; 1890'da Güzel Sanatlar Okulu'nda olduğu gibi Japon estamplarından oluşan sergiler düzenlendi. Carriére, Khnopff, Anquetin, Beardsley, Brangwyn, Signac, Zorn, Rodin, Bourdelle, Galle gibi isimlerin katıldıkları ilk Yeni Sanat Salonu, resim ve dekoratif sanatlar arasındaki diyaloğun gelişmesi ile doluydu.

Zevkin birer parçası olan primitivizm, ortaçağcılık ve japonizm aynı zamanda dünyadan kaçışı dile getirmektedir.

Denis'in tarih kültürü, Sérusier'in Pont-Aven stilizmine olan bağlılığı, Lacombe'un Hiroshige'ya duyduğu saygı, Ranson'un aras tekniğindeki ustalığı sonsuzdu. Bu arada kutsal dekorasyona yeni bir saflık getirildi ve antik binalar stilistik zevkle restore edildi.

Bonnard ve Vuillard;

Bonnard ve Vuillard'ın sanatında; Monet, Degas ve Renoir'e büyük bir yakınlık görülür. Serbest çizgiler, sentetik şekiller, kromatik yayılış saf bir dekorasyon anlayışı içinde belirir. Daha çok sakin ve monoton bir yaşamı tercih eden sanatçılar, mum ışığı altında veya ayna karşısında yemek odalarını tablolarında yansıttılar.

"İsteksiz Anı ve Şairane Doğuş" ;

"İsteksiz Anı ve Şairane Doğuş", Proust'un bir yargısıdır. Bonnard'ın stili ve tonları, Vuillard'ınkilerden değişikti. Bonnard'ın izlenimciliği özellikle harikulade çıplaklarında ve son yıllarda yaptığı kendi portrelerinde görülür.

Önceki sembolistler: Moreau ve Puvis de Chavannes;

Egzotik ya da mitografik yönlü, idealistik bir zemine dayanan sembolistik kültürünün diğer ana kısımları, yüzyılın ikinci yarısında her türlü natüralistik ve izlenimci etkiden yoksun Fransız resim sanatının bazı simalarının değerlendirilmesinde önemli yer tutar. Gustave Moreau ve Pierre Puvis de Chavannes'in sanatında sembolizmin etkileri görülür.

Özellikle 1875 yıllarına doğru Salon'da büyük başarılar elde eden Şeref Nişanı almaya hak kazanan Moreau, yumuşak bir duyarlıkla eserler verdi. 1885 yılında Puvis de Chavannes ve Strindberg'in en beğendiği Fransız sanatçıları arasındaydı. Chavannes, kanaatkar bir görüşle sade eserler vermek taraftarıydı.

Moreau ve Puvis arasındaki zıt yönler;

Hemen hemen aynı yaşta olan sanatçılar; gerek sanat anlayışı, gerek madde, gerekse de formal yönseme bakımından birbirlerinden ayrılıyorlardı. Bu arada her ikisinde de ortak olan nokta; mitoloji ve efsaneye, eski dinlere ve antik giysilere duydukları ilgiydi.

Asrın sonlarında Moreau'nun etkisi;

Moreau, Mantegna'yı Delacroix'e ve Rembrandt'ı Carpaccio'ya karıştırarak kendine özgü bir sanat yarattı. Moreau'nun eserlerindeki kahramanlar, saray asilzadeleri, efsane kahramanları ve tanrılar birçok anlamlı dünyaya şekil veriyorlardı. Arabesklere duyduğu sevgiyi eserlerinde sık sık belirten sanatçının bu özelliği; Beardsley, Matisse, Evénepoel, Marquet ve Rouault'u etkiledi. Bu arada Moureau'nun Redon üzerinde olan kuvvetli etkisini de unutmamak gerekir.

Puvis ve gençler;

Puvis de Chavannes'in genç sanatçılar üzerinde büyük etkisi olmuştur. Seurat ve Gauguin, şeklin "ideist" sadeleştirilmesini Puvis'te gördüler. Maurice Denis ve arkadaşları, Lyon'lu sanatçının izinden giderek şekillerin ve boşlukların dağılımı içinde olağanüstü bir sulh, sessizlik yarattılar. Puvis'in çizgilerindeki anlamlı güç, sonraki yıllarda Pablo Picasso tarafından keşfedilerek uygulandı.

Fransız resim sanatı, Moreau ve Puvis ile Avrupa sanatında önemli bir düzeye erişti.

Böcklin ve Von Marées;

1827-1837 yıllarında dünyaya gelen İsviçreli Arnold Böcklin ile Alman Hans von Marées'in sanatı, Moreau ve Puvis de Chavannes'in sanatını anımsatır.

Asil konularla ilgilenen Böcklin ve Marées; varlık üzerinde sonsuz, evrensel bir fikri dile getirmek için antik zamanın ve klasik şeklin hala geçerli olduğunu düşünüyorlardı. Böcklin ve Marées, Calame'nin ince peyzaj tekniğinden ve Krüger'in natüralizminden etkilendiler; bu arada natüralistik hareketlerle de ilgilendiler.

Her iki sanatçının da idealizmi birbirininkinden ayrıydı. Efsane kahramanlarıyla ilgilenen Böcklin; Pan'ı, denizlerin ve çeşmelerin perilerini, Ulysse'yi eserlerinde canlandırdı.

Marées mitolojiye önem vermekle beraber, daha çok insan figürlerini -erkek, kadın, ihtiyar, çocuk- yansıtmayı tercih etti. Hiç kuşkusuz Marées'in tekniği, Böcklin'inkinden daha modern ve daha bilinçliydi.

Klinger; 

Sembolik bir klasizmden hareket eden Klinger, Alman sanatında karakteristik bir yer işgal eder. Klinger'den birkaç yaş genç olan Ensor ve Munch, sanatçının izinden yürüdüler.

Hodler;

Fransız kültürüyle çok yakından ilgilenen İsviçreli Hodler, verimli sonuçlar elde etmiştir. Hodler, ustası Barthélemy Menn'in sayesinde Corot'un saydam "pleinairisme"sini ve Barbizon Ekolü'nün güçlü peyzaj tekniğini öğrendi; aynı zamanda çağdaş yaşamın tabloları ve portreleriyle de ilgilendi. Sanatçının 1880 yıllarında yaptığı eserlerinde Nabi'ler ve Rosacroce'lerin izlerine rastlanır. 1890'larda eski ustaların, özellikle Alman sanatçıları Dürer ve Holbein'in stiline yaklaşarak Gece, Armoni, Gün gibi başarılı eserler meydana getirdi.

Asrın sonlarındaki hareketler;

Asrın sonlarında spiritualizm, mitolojizm, mistisizmden başka formal elementleri süsleme yönüne de önem verildi. Cézanne'ın sanatı, bu özelliklerin en güzel örneğidir. Kültürel, sosyal, psikolojik etkilerin ulusal geleneklerle birleşmesi sonucunda 1900 Avrupası'nın ülkelerinde çeşitli sanat atmosferleri yaratıldı.

Alman dernekleri;

Marées'in sembolizminin klasik sonuçlarını, Münih Derneği, Berlin Derneği ve "Jugend" ile "Pan" dergileri etrafında toplanmış sanatçı gruplarının diğer Avrupa ülkelerindeki sanat yeniliklerini büyük bir ilgiyle izlemeleri takip etti. Birçok sanatçı, Fransız izlenimciliği sonrasından ve sembolist şiirden, İngiliz Yeni Sanatı'ndan ve Belçika sanatından etkilendi. Bu dönemde Almanya'da en başarılı sonuçlar, mimari alanda ve dekoratif sanatlarda alındı. Münih Derneği'nden beş yıl sonra Avusturya kültürünü yenileyen Viyana Derneği (1897) kuruldu. Bu arada Alman sanatını etkileyen en büyük hareket İngiltere'den geldi; Mackintosh'un eserleri, mimarlar ve dekoratörlerle birlikte ressamları da etkiledi. 

Aubrey Beardsley;

Yeni Sanat'ın yaratıcılarından biri olan Beardsley yalnız İngiliz resmini etkilemekle kalmayıp Viyana, Petersburgh, Chicago gibi sanat çevrelerini, ressamların görüşlerini ve özellikle kitap ressamları ve dekoratörlerini, kostumistleri, lüks terzileri etkiledi. İngiliz sanatında Blake, Morris, Burne-Jones ve daha sonra Whistler gibi aristokrat sanatçılar yetişti.

İngiliz sanatının "objektif" görünüşü: Sickert;

Sickert, çağdaş İngiliz resminde özel bir yere sahip, kendine özgü yetenekleri olan başarılı bir sanatçıdır. 1882-1883 yıllarında Whistler ile çalışan genç ressam, 1883'te Paris'e gelerek Degas'la tanıştı. 1917'de sanatının en olgun dönemine ulaştığı zaman hala büyük usta Degas'ın: "Yeni bileşimler aramak ve desenlerin anatomisinde iyi bir sonuç alabilmek için, renkler üzerinde çok dikkatli araştırma yaparım." öğüdünü unutmamıştı. Bu öğüt, daima Sickert'in sanat ilkesi olarak kaldı. Sanatçı daha sonra Toulouse-Lautrec, Vuillard, Bonnard'ın stilleriyle ilgilendi. Başarılı eviçi tablolarında, basit kasaba yaşamının odalarını, eski tiyatroların salonları ve localarını tüm açıklığı, sıkıntısı, bayağılığıyla yansıttı.

Hollanda'da Toorop ve Prikker;

Asrın sonlarında Hollanda'da resim sanatının en büyük temsilcileri olan Toorop ve Thorn Prikker, yeni sanat alanında başarılı eserler verdiler. Hollanda sanat çevresi, Orta Avrupa ve kuzeydeki sanat hareketleriyle birlikte çağdaş Fransa ve Belçika kültürünü de yakından izledi.

Beardsley'in dekoratif sanatını anımsatan bir stili benimseyen Toorop, iki boyutlu eserler verdi. Raffaello öncesi ressamlardan Moreau'ya dek birçok sanatçıdan etkilendi; sembolist izlenimcilik sonrasını eserlerinde de yansıttı. Prikker ise Toorop'un sanatına yakın bir tarzda eserler verdi. Hollandalı bir başka ressam da Toorop ile aynı yaşlarda olan Breitner'di.

Belçika kültürü;

Sadece 1884 ve asrın son yılları arasında Brüksel'de düzenlenen sergilerden söz etmek; Belçika kültürünün, Avrupa sanatının gelişmesinde ne denli büyük rolü olduğunu anlamaya yeterlidir.

Rodin ve Whistler; en büyük izlenimciler; izlenimcilik sonrası birçok sanatçı: Cézanne, Redon ve Toulouse-Lautrec; Toorop ve Beardsley, Ashbee'nin gümüşleri, Morris'in kumaşları, Voysey'in projeleri Belçika sanatına renk katar. Asrın ikinci yarısında resim ve grafik sanat dallarında yetişen Horta, Van de Velde, Meunier, Minne, Rops, Mellery, Khnopff, Rijsselberghe, Lemmen, Evénepoel, Spilliaert gibi sanatçılar tüm Avrupa'da tanındılar. Bu ressamlar arasında Yeni Sanat ile dopdolu en genç ressamlar bile, yaşıtları olan Hollandalı ve İngiliz sanatçılar gibi eserlerinde dekoratif bir düzene ve linearistik stilizasyon lirizmine vardılar.

Avrupa'nın diğer ülkelerinde sanat durumu; 

Bu dönemde İtalya, İspanya, Rusya gibi ülkelerin sanat çevrelerinin gelişmesinde, 1900 Avrupası'nın büyük etkisi olmuştur. Petersburg'daki "Mir Iskusstva" dergisi etrafında toplanan Rus sanatçıları, daha çok Paris sanat olaylarıyla ilgilendiler. Vrubel'in sanatı, bu dönem Rus resim sanatının en tipik örneğidir. Vrubel'den başka Bakst, Benois, Diaghilev gibi sanatçılar, batı sanatı yanında uluslararası sembolist kültürüyle de ilgilendiler. Bu arada Çekoslovak sanatının Mucha, Kupka, Pressig gibi ünlü isimleri de, Paris kültürüne bağlı kaldılar. Aynı yıllarda kuzey ülkelerinde Josephson adlı İsveçli bir ressam, başarılı eserler veriyordu. Gauguin, Sérusier, Bernard'ın arkadaşı olan Danimarkalı Willumsen ilse sembolizm alanında çalışmalarını sürdürüyordu. Puvis, Gauguin ve Raffaello öncesi ressamlardan etkilenmiş Ejnar Nielsen ve Hans Christiansen, Paris'te çalışıyorlardı. Chase, Prendergast, Ryder gibi Amerikalı ressamlar da Avrupa sanatıyla yakından ilgileniyorlardı.

İspanya'da ise izlenimcilik, izlenimcilik sonrası, sembolizm alanında eserler veren Isidro Nonell y Monturiol ve Pablo Picasso gibi genç ressamlar yetişiyordu. Segantini, Morbelli, Previati, Pelizza ise yaptıkları tablolarıyla bu dönem İtalyan resim sanatına renk kattılar.

4 Ekim 2014 Cumartesi

Silybum marianum



Devedikeni, Meryem Ana Dikeni

Meryem Ana İsa'yı emzirirken göğsünden bir damla bu bitkiye damlar ve yapraklarında beyaz bir leke meydana gelir. Bitkinin bir ismi de bu efsaneye dayanır.


Drog olarak meyvaları (akenleri) kullanılır.

Etken maddesi Silimarin ismi verilen flavonolignan karışımıdır, majör bileşik Silibin'dir. Silimarin, karaciğer membranını stabilize eder, zehirli maddeler hücre içine giremez. Antioksidandır. Prostaglandin sentezini engeller, dokuların iltihaplanmasını önler. Karaciğer rejenerasyonunu sağlar. Mantar zehirlenmelerinde hemisüksinat sodyum tuzu halinde çoğunlukla Penisilin G ve tioktik asit ile beraber kullanılır.


Silimarin karaciğer zehirlenmelerinde, özellikle Amanita phalloides ile olan mantar zehirlenmelerinde çok etkilidir. Karaciğer hücre çekirdeğinde polimeraz A'nın aktivitesini stimüle eder, karaciğerin rejenerasyon kabiliyetini artırır. Drogun antihepatotoksik etkisi yanında kolagog etkisi de vardır. Mantar zehirlenmeleri, kimyasal madde zehirlenmeleri (kloroform, halotan, karbontetraklorür vb.), karaciğer sirozu, kronik-iltihabi ve bilhassa virütik sarılık ve safra rahatsızlıklarında kullanılır.

Dozaj olarak günde 12-15 g drog alınabilir. Günde 3 çay fincanı şeklinde de alınabilir.

Tıbbi Silybum marianum meyvaları en az %1 kadar Silimarin içermelidir.

Pamukkale çevresinde yetişen örnekler %3,5 Silimarin içermektedir.