29 Kasım 2015 Pazar
Desen: Çocuk ve genç insan figürleri
Çocuk figürünün yetişkin figüründen çok farklı olduğu kuşkusuzdur. Ayrıca çocuğun vücut biçimi doğduğu günden başlayıp erişkinliğe ulaşıncaya kadar sürekli değişir.
Bu yüzden çocuk figürü çiziminde değişik kanonlar (en az 4 farklı kanon) kullanmamız gerekir:
1) Yeni doğmuş bebeğin kanonu: Vücut 4 modüle bölünmüştür. Yetişkin bir insanın kanonuyla karşılaştırıldığında baş, vücudun diğer bölümlerine oranla iki kat daha büyüktür.
2) İki yaşında bir çocuğun kanonu: İki yaşında bir çocuğun figürü yeni doğmuş bebeğinkiyle aynı sayılabilir. Baş yine vücuda oranla büyüktür.
3) Altı yaşında bir çocuğun kanonu: Vücut baştan daha hızlı büyüdüğü için artık modül 6 modülden meydana gelir. Vücut uzamakta ve genişlemekte, yavaş yavaş yetişkin vücudunun orantılarına ulaşmaktadır. Bel incelmeye başlamıştır.
4) On iki yaşında bir çocuğun kanonu: Figür artık 7 modüle ulaşmıştır ve yetişkin figürüne giderek daha çok benzemektedir.
28 Kasım 2015 Cumartesi
Desen: İnsan vücudu çiziminde ölçü-oranın önemi
Eski Yunan sanatçısı Polykleitos'un yazdığı Kanon adlı kuramsal estetik kitabından (M.Ö. 5. yy) bu ismi almıştır. Kanon, "modül" adı verilen bir ölçü birimini temel alır. Rönesans'tan beri kullanılagelmekte olan modül, insan başının yüksekliğine eşit bir ölçüdür.
İnsan figürünün orantılarını saptamak için elimizde 3 kanon bulunmaktadır:
1) Normal figürler için yedi buçuk başlık kanon: Gündelik hayattan kişiler çizilirken kullanılır.
2) İdeal sayılan figürler için sekiz başlık kanon: Genelde sanatçılar tarafından kullanılır.
3) Kahraman figürleri için sekiz buçuk başlık kanon: Gerektiğinde dokuz başlık kanon da kullanılır. Destanlara konu olmuş kahraman figürleri için kullanılır. Bu figürü genelde çizgiroman yapan ressamlar kullanır. Vücudu ve uzun bacaklarıyla karşılaştırıldığında bu figürün başı küçüktür.
Dikkat edilecek hususlar:
Erkekte omuz genişliği baş genişliğinin 2,5 katı, kadında ise 2 katıdır.
Ayak büyüklüğü erkek ve kadında baş ölçüsü kadar, el büyüklüğü ise yüz uzunluğu kadardır.
Her iki kolun yanlara açılmış durumdaki uzunluğu o figürün boyu kadardır.
Omuzdan dirseğe, dirsekten bileğe kadar olan uzaklıklar birbirine eşittir.
Eller aşağı doğru uzatıldığında parmak uçları diz ile kalça arasında tam ortaya gelir.
6 Ağustos 2015 Perşembe
Desen: Portre çizimi 1
Portre dediğimiz zaman ilk akla gelen insan başı çizimidir. Baş, boyun, omuzlar, bel, dizlere kadar portre tanımına alabiliriz. Portrede esas olan kişinin benzerliği kadar yüz ifadesidir. Bu ifadeyi yakalayabilmek için canlı modelden çalışmak çok daha iyidir. Fotoğraftan yapılan portre çalışmalarındaki belli belirsiz yapaylık bu yüzdendir.
Canlı model karşımızda uzun süre duracağı için duygularının yüzüne yansıması kaçınılmazdır. Sanatçı da doğal olarak modelin mimiklerini ve ifadelerini çizdiği resme yansıtacaktır.
Rönesans dönemi ressamlarında karşımıza çıkan canlılık ve gerçekçilik sanatçıların doğrudan modelleriyle çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Tabi ustalığın da payını es geçemeyiz. Günümüzde ise işin kolayına kaçmak ya da zamansızlık nedeniyle çoğunlukla fotoğraflardan portre çalışmak yoluna gidilmektedir.
İlk çalışmalarda fotoğraftan çalışmak yerine ünlü ressamların portre çizimlerinden yararlanmak daha faydalı olacaktır.
17 Temmuz 2015 Cuma
Schopenhauer'e göre Sanat ve Estetik
Schopenhauer, sanatın Pluton'un idealarının bilgisini sağladığını ve istencin baskısından geçici bir kurtuluşla sonuçlandığını ileri sürer. Arthur Schopenhauer'in estetiği istencin kendinde şey olarak, hayatın ve tüm varoluşun temelindeki önceliği ve yapısının kötücül olduğu öğretisinden doğar. Sanatın, insanlara istençten doğan üzüntüden kaçmak için bir yol sunduğunu kabul eder. İstenç olarak dünya ve tasarım olarak dünya ikili görüşü üzerine olan öğretisine dayanarak, eğer şuur ya da dikkat dünyanın acıdan yoksun ifadeleri veya görüntüleriyle tümüyle işgal edilirse, istenç olarak dünyanın keder yaratan idrakine zihinde yer kalmayacağını düşünür. Estetik zevk, istenç olarak dünyaya dair bir deneyim olmadan, tasarım olarak dünyanın bir izleyicisi olmaktan doğar. Sanat, Schopenhauer'e göre, dünya meselelerine dair bilimden ya da günlük deneyimlerden daha derin şekilde köklü bilgiler de sağlar.
Schopenhauer için, istenç, kendini idame ettirmek için amaçsız bir tutkudur ve hayatın temelini oluşturur. İstençten doğan arzu dünyadaki bütün üzüntülerin kaynağıdır; doyurulan her arzu geriye ya can sıkıntısı ya da yerini alacak başka arzular bırakır. İstencin esaretindeki bir dünya ister istemez bir ıstırap dünyası olacaktır. İstenç hayata kaynak verdiğinden ve bedenlerimiz onun suretleriyle damgalanmış, onun amaçlarına hizmet etmek için tasarlanmış olduğundan beri, insan onu Schopenhauer'in temsiliyle ancak kör bir devin omuzlarına binmiş, gözleri gören topal bir adam misali idrak eder.
Schopenhauer estetiği bu dünya görüşünün doğal bir sonucu olan karamsarlıktan kaçmak için bir teşebbüstür. Schopenhauer, estetik deneyimleri diğer deneyimlerden ayıran şeyin objenin estetik algılanışının arzuların mücadelesinden geçici olarak kurtulup dinlenmeye izin vermesi ve salt zihinsel beğeninin diyarına, tasarım olarak dünyaya geçiş sağlaması olduğuna inanır. Tasarım olarak dünyayla daha fazla meşgul olan insan zihni, istenç olarak dünyanın yarattığı kederi daha az algılar. Schopenhauer sanatın etkilerini, sanatçının ve izleyicinin kişiliğini de analiz eder.
Schopenhauer bütün insanların istencin esareti altında oldukları zaman bağımlılıklarının niteliğinin ve şiddetinin farklı olduğuna inanır. Yalnızca salt düşünme yoluyla, tamamıyla objeye nüfuz ederek idealar idrak edilebilir; ve dehanın doğası, kendini büsbütün unutarak bu biçim bir düşünme eylemi için üstün bir yetenek barındırır.
Estetik deneyim geçici olarak özneyi istencin hükmünden azat eder ve berrak bir algı seviyesine yükseltir. "Estetik değerlendirmenin oluşumu vesilesiyle istenç geçici olarak bilinçten kaybolur." Gerçek sanat, sadece standart sanat kurallarını takip eden herhangi biri tarafından yaratılamaz. Gereken deha, kurallarla ilgilenmeden orijinal sanat üreten kişide bulunur. Sanatçının kişiliğinin istence boyun eğmediği farzedilir; böyle bir kişi Schopenhauerci dehadır. Zihnin üstünlüğü istenci yenerek onu dünya meseleleri ve meşgalelerinden ayırır. Tavan arasında yaşayan şair, dalgın profesör, delilikle mücadele eden Vincent van Gogh, bütün bunlar Schopenhauer'in dahilerine örnektir: Schopenhauer'e göre fenalığın ve acıtan istencin buyruklarından ibaret olan dünyevi işlerden öylesine kopmuşlardır ki tamamen sanatlarına odaklıdırlar.
Schopenhauer'e göre, düşünür ve sanatçının pratik uğraşlardaki yeteneğinin nispeten eksikliği salt kalıplaşmış örneklere uymaz: bu, hem neden hem sonuçtur.
Schopenhauer edebiyat veya heykeltraşlık gibi sanatlara değerini veren şeyin, salt algıları birleştirme gücü olduğuna inanır. Fakat insan formuyla ve duygularıyla alakalı olarak bu sanat türleri istencin doğrudan bir görüntüsünü sunan müziğin, Schopenhauer'in zihninde en yüksek sanat türü olan müziğin altındadır. Schopenhauer'in müzik felsefesi Richard Wagner'in çalışmalarında etkili olmuştur. Wagner, Schopenhauer'in coşkulu bir okuyucusuydu ve arkadaşlarına onu okumalarını tavsiye ediyordu. Müzik teorisi üzerine yayınlanmış çalışmaları zamanla değişti ve hayatının gidişatıyla, Schopenhauer'in düşüncesiyle daha paralel bir hal aldı. Schopenhauer müziğin operada librettodan daha değerli olduğunu belirtmiştir. Schopenhauer'e göre müzik istencin hızlı bir ifadesi, deneyimlere dayanan temel realitenin ifadesidir. Libretto ise sadece geçici fenomenlerin dille anlatımıdır. Wagner, Schopenhauer'in estetik öğretisini okuduktan sonraki çalışmalarında müziğin operada metninin üstünde olduğunu vurgulamıştır.
Sanatın istençten kurtuluş sağladığı önermesinde, Schopenhauer sanatı salt süsleme ve zanaatten yüksekte görür ve istencin amaçsız çekişmesinden geçici bir kurtuluş sağladığını söyler. Estetik deneyimler yoluyla günahlardan arınmayı bir doktrin olarak sunarak sanatı bir din niteliğine dönüştürür. Sanatçılar sadece ustalaşmış ellerden ibaret değillerdir; onlar bu öğretinin elçileri ve keşişleridir. Bu öğreti, 19. yüzyılın ikinci yarısında sanat toplulukları üyelerinin Schopenhauer'e ilgilerini açıklamaya yeter. Onun estetik doktrini toplumda sanatsal işlere en yüksek önemi verir.
Schopenhauer'in estetiği bugün de etkisini sürdürüyor ve belki de felsefesinin en çok hatırlanan kısmını oluşturuyor. Romantiklerin daha sonraki jenerasyonları ve tüm bohem sanat okulları üzerine etkileri gözlenebilir. Schopenhauer felsefesinin genel olarak Thomas Hardy, Marcel Proust, Stéphane Mallarmé, Thomas Mann ve Ivan Turgenyev gibi önemli yazarların üstünde derin bir etkisi olmuştur.
Schopenhauer estetiğinin Sembolistler ve onların kardeş akımlarının yükselişinde ve sanat için sanat fikrinin gelişiminde doğrudan payı vardır. Friedrich Nietzsche'nin estetik görüşünü derinden etkilemiştir, her ne kadar Nietzsche Schopenhauer'in kötücül istenç fikrini en sonunda reddetmiş olsa da Apollonculuk ve Dionysosçuluk arasındaki ünlü muhalefet Schopenhauer'in istence karşı akıl zıtlığının Yunan mitolojisindeki bir tercümesi olarak okunur.
12 Mayıs 2015 Salı
Desen: Göz çizimi
Göz çizimini doğru yapmak için gözün anatomisini bilmek gerekir. Göz küre şeklindedir. Kafatasında göz yuvalarının içine yerleşmişlerdir. Biz sadece dışarıdan görünen kısmını çizeriz. Fakat tamamını bilmek ve algılamak doğru bir çizimin olmazsa olmazıdır.
1. Göz yuvarlağını tam dairesel çizmemiz gerekir.
2. Göz kapaklarını sırayla oval bir şekilde çizeriz.
3. Üst göz kapağı çizgisini biraz kalınlaştırırız ve dairenin kenarından kapak çizgisini veririz.
4. Göz içi (iris) gölgesini yaparken aks çizgilerini takip ederek çizgisel bir çalışma yaparız.
5. Kirpikler gözün kuyruk tarafına doğru üst üste devrilerek çizilirler.
6. Işık-gölge vererek bitiririz. Göz içi ışığı gözün rengine göre ve karşıdan gelen ışığa göre değişir. Açık renk gözlerde gölge (koyuluk) daha az, koyu renk gözlerde ise fazladır.
4 Mayıs 2015 Pazartesi
1 Mayıs 2015 Cuma
Eskiçağ Yunan Resmi
İ.Ö. 7. ve 6. yüzyılda, resmin evrimi üzerine biraz tutarlı bir açıklama yapmayı sağlayan belgeler dizisi başlar. Başlangıçta bu tanıklıklar dolaysızdır: 1968'e kadar elimizde hiçbir gerçek Yunan resmi yoktu. Bu resim üzerine fikirlerimizi vazolardaki resimlerden ediniyorduk ve doğal olarak bu fikir, bir Sévres tabağı bir Boucher tablosu üzerine ne kadar doğru bir fikir verirse o kadar doğruydu.
Dypilon'un geometrik üsluplaştırmasından sonra, İ.Ö. 7. ve 6. yüzyılda Korinthos ve Atina çanak çömlekçileri yaratıcı bir anlayışı geliştirerek Dor geometrisi ile İon fantezisi arasında bir denge kurdular. Bu Attike okulunun ilk şaheserlerinden biri, kırmızı pişmiş toprak zemin üzerine siyah figürlerle resmedilmiştir. Klitias'ın yaptığı bu vazoda -François vazosu adı verilir- iki yüz elli figür, üst üste bölgelerde toplanmıştır ve Homeros'un anlatılarından alınan konular, sonradan "Yunan İncili" adı verilen şeyi oluşturur. Eserlerini imzalayan birçok sanatçının adını biliyoruz. Siyah figürleri yapanlar arasında İ.Ö. 7. yüzyılda Euphronios, Amazonlar efsanesini ve Klitos efsanesini ağırbaşlı üslubuyla işleyerek siyah zemin üzerine kırmızı figürler usulünü başlatır ve resme tekniğiyle -Duris imzaladığı otuz vazosunda bu tekniği benimsemiştir- daha büyük bir kesinlik kazandırır.
Phidias'ın çağdaşı ve İ.Ö. 5. yüzyılın en ünlü Yunan ressamı olan Polygnotos'un adını bilmemize karşılık, eseri üstüne hiçbir bilgimiz yok. Neyse ki, 1968'de Paestum'da bulunan kayaya çizilmiş resimler -bir şölen sahnesini ve bir ölü çukurunda yapılan cenaze alayını (İ.Ö. 490 - İ.Ö. 480) canlandırırlar- arkaik çağ Yunan resminin bugün bilinen tek örneğini bize tanıttı. 1969'da aynı yerde bulunan daha sonra (İ.Ö. 340) resimlenmiş otuz kadar mezar da -dört atlı araba, yumruk sporcuları, ağır piyadeler, boğa ve akbaba kurbanları temsil edilmiştir- ilk buluşu klasik çağ bakımından tamamladı. Uzmanlar bu mucizevi resim müzesini, yerel bir geleneğin hizmetindeki o çağ Yunan resminden esinlenen Lakonialı sanatçılara malederler.
İ.Ö. 4. yüzyıl başında, resmin klasik çağının başlıca ressamları Asya okulunun temsilcisi olan Ephesoslu Parrhasios ile Lukania asıllı olan ve aydınlık peyzajlar yapan Zeuksis'tir. Helenistik dönemin zanaatçi olmayan en büyük ressamı ise İskender'in portrecisi olan Apelles'tir. Pompei'deki Fauna'nın Evi'nde bulunan (bugün Napoli'de) ünlü İssos Savaşı çinisi, üslubu üstüne bir fikir verir.
9 Mart 2015 Pazartesi
Eskiçağ Etrüsk ve Roma Resmi
İ.Ö. 6. yüzyıl ile 2. yüzyıllar arasındaki Yunan resmi, bu resmin sömürgelerdeki bir kolu olan Etrüsk resmi (İ.Ö. 550 - 340) sayesinde Lukania'daki kadar dolaysız kavranabilir. Bu resmi de mezar süslemelerinde (Tarquinia'da) görürüz; Aslanlar Mezarı'ndaki çılgınca dans (Bourdelle'e esin kaynağı olmuştur), Baron Mezarı'ndaki gençlerin at koşturuşu, Leoparlar Mezarı'ndaki flütçü, sayılabilecek başlıca sahnelerdir; bunların tümü, Plinius'un dediğine göre, Etruria'ya gelmiş Yunan sanatçıları tarafından resmedilmiştir.
Roma da Yunanistan'dan ressamlar getirterek bu sanat ithalini sürdürür. Buna karşılık, imparatorluk şehirlerinin sanatçıları arasında latin adlarına pek az rastlanır: Augustus zamanında yaşayan, anlatımlı peyzaj tekniğini Roma'ya sokan, Livia'nın ve Fabulus'un villalarını süslediği sanılan, Neron'un Yaldızlı Evi'nin resimlerini yapan ve belirli bir eserin doğrudan doğruya değerlendirebileceğimiz tek sanatçı olan Ludius gibi. 1604'te ortaya çıkarıldıkları zaman büyük hayranlık uyandıran ünlü Aldobrandini Düğünü, Augustus zamanından kalmadır. Bir sır sahnesi içinde gerçekleştirilmiş evliliğin ilk gecesi ayin usulleri canlandıran bu uzun frizin bir odanın yataklığını süslediği sanılmaktadır. Tarihçiler Pompei'de bulunan Roma fresklerini zaman içinde dağıtabilmek için, renkli panoların katışıksız geometrik üslubundan, süslemelerle çerçeveli basit madalyonlara ve duvarlarda büyük revaklar altında sahte perspektifler oyan olağanüstü sahne tablolarına kadar dört üslup ayırdetmişlerdir. Pompei'nin en ünlü süslemesi Sırlar Villası'nınkidir. Bir odanın bütün duvarlarını kırmızı zemin üstüne kesintisiz bir friz halinde çepeçevre dolanır ve bir Dionysos kültüne giriş ayinini canlandırır. Fresklerin konusu genellikle dinsel ya da şiirsel Roma efsanelerinden ya da günlük hayattan sahnelerdir. Stabia'dan getirilme (Napoli müzesi) Bir Limandan Görünüş gibi peyzajlar enderdir.
10 Şubat 2015 Salı
Eskiçağ Girit Resmi
Ege uygarlığı (İ.Ö. 2900 - İ.Ö. 1200) ve bu uygarlığın temsilcisi olan Girit sanatı Mısır'daki yeni imparatorluk dönemiyle çağdaştır. Bununla birlikte, Girit resmi güçlü komşusunun etkisinden sıyrılmayı başarmıştır ve Mısır resminin dinselliğini burada laikleştirilmiş gibi gösteren bir anlatma özgürlüğüne ve bir hareket fantezisine sahiptir. Kale değil, kral köşkleri olan Knossos ve Phaistos saraylarındaki fresklerin başlıca özelliği, yansıttıkları yaşama sevinci ile hareketlerin içtenliğidir: akrobasi oyunları, boğa yarışları ve Zambaklı Prens gibi yada budalaca Parisli Kız diye adlandırılan yüzü boyalı, kışkırtıcı kızın portresi gibi zariflik dolu portreler. Girit uygarlığı Ege denizinin dışına da taşmıştır: Yunan uygarlığının başlangıç döneminde, Mykenai ve Tyrinthe saraylarının fresklerinde izlerine rastlanır.
Resim, eskiçağ Girit resminden esinlenerek kendi yorumumdur.
Suluboya, toz pastel, Canson kağıt.
27 Ocak 2015 Salı
Cichorium intybus
Hindiba
Avrupa, Akdeniz bölgesi ve Yakındoğu'da yaygındır.
Topraküstü kısımları (Cichorii herba) ve kökü (Cichorii radix) kullanılır.
Müsilaj, uçucu yağ, Kikoriin isimli bir kumarin glikoziti, tanen, inulin, pentozanlar ve acı maddeler taşır.
İnfüzyonu laksatif, diüretik ve sudorifik etkilidir. Dispeptik şikayetler, iştahsızlık, karaciğer ve safra kesesi şikayetlerine, sarılığa ve karaciğer büyümesine karşı önerilmektedir. Kolagog etkilidir. Gut ve romatizmada kullanılır. Ayrıca kahve yerine kullanılmaktadır, oksimetilfurfural kahveye özel kokusunu verir. Hakiki kahveye ilave edilirse kahvenin aşırı uyarıcı etkilerini azaltır. Yapraklar pişirilip salatalarda kullanılır.
Yan etkiler:
-Nadiren alerjik deri reaksiyonları görülebilir.
-Safra taşı olanlarda doktorla konsültasyon sonrasında kullanılır.
25 Ocak 2015 Pazar
Eskiçağ Mısır Resmi
Eski imparatorluk döneminde (İ.Ö. 2778 - İ.Ö. 2423), piramitler çağında, resmin ancak ikinci derecede bir rolü vardı; heykellere ve alçak kabartmalara uygulanıyordu. Bununla birlikte ağla yabani kaz avında bir bağımsız hayvan resmi görülür: Medyum'da ortaya çıkarılan İtet'in mezarı üzerindeki bir frizde (İ.Ö. 2700) kazların kibirli ve paytak yürüyüşleri çok güzel canlandırılmıştır.
Orta imparatorluk döneminde (İ.Ö. 2050 - 1780) resim çok geçmeden yerini alacağı alçak kabartmaya bağımlı olmaktan kurtulur. İbn-i Hasan'daki bir sivil mezarda, birdirbir oynarken birbirlerine top atan dört genç kız resmedilmiştir. Yanlarında bu spora alıştırılmış bir kedinin bir İngiliz av köpeği gibi tetikte beklediği, daha uzakta da çobanların uzun boynuzlu antilopları otlattıkları görülür. Mısır resminde gençliğin temsili sürekli olarak tercih edilmiştir. Bu eğilim Hathor başrahibi Ukhoptep'in mezarının duvarlarında da görülür; başrahip bir sürü genç kadınla -hizmetçiler, çalgıcı kızlar, avcı kızlar, adak taşıyan kızlar- çevrili olarak temsil edilmiştir. Aynı biçimde, Sesostris 1'in veziri Antefoker'in Teb'deki mezarında da kısa hasır eteklikli kızların dansı görülür: iki çift birbirine doğru kayarken eteklikli şarkıcı kızlar da el çırparak tempo tutmaktadırlar.
Yeni imparatorluk (İ.Ö. 1570 -1085) döneminde, Mısır'ın siyasal gücü, en büyük hükümdarları Amenofis 2 ve Thutmes 4 olan 18. sülale zamanında doruğuna ulaşır. Bu dönemde freskten küçük tablolara kadar pek çok resim yapılmıştır. Bu diziden iki ilgi çekici bütünü anacağız: Amon tapınağı yazıcısı Nakht'ın mezarı ve Thutmes 4'ün mülklerinin kahyası Menna'nın mezarı. Bu iki mezar, bağımsız bir sanatın bütün tazeliğini ortaya koyar. Sahneler prenslerin eğlencelerini, hizmetlerindeki zanaatkarların çalışmalarını, cenaze törenlerini gösterir. Nakht'ın mezarında, bataklıklar ortasında, papirüs kümeleri arasında kuş avı sahneleri ve yaban ördeklerinin korku içinde uçuşmaları görülür. Bir cenaze şöleni sahnesi, mandor çalan çırılçıplak bir kızla, iki yanında yer alan saydam keten giyimler içinde bir flütçü ve bir harpçi kızdan oluşan bir çalgıcı üçlüsünü gösterir. Menna'nın mezarı ayrıntılar bakımından daha zengindir ve bize buğday tarımı ile keten hasadının bütün evrelerini öğretir. Dua yerinin duvarlarında cenaze törenlerini, adak alayını, cenaze kayığı içinde Nil'de ilerleyişi ve Osiris'in ölünün ruhunu yargılamasını gösteren dinsel sahneler birbirini izler. Amenofis 3 zamanından kalma Teb valisi Ramose'nin mezarı ağlayıcı kadınları gösterir. Uzun keten giyeceklere bürünmüş 20 genç kadın, koro yöneticisi kadının düzenlediği yanıp yakılma adetini, ilerde Aiskhilos'un yazacağı dramlara yaraşır bir sahneye koyuş ve hareket uyumu içinde canlandırırlar.
Ramses döneminde, Mısır süslemesi değişir ve firavunların Etilere karşı savaşlarını dile getiren savaş sahneleriyle ağırlaşır (İ.Ö. 1302 - 1290). Bu dönem biraz küstahça bir devboyutluluk anlayışının ağır bastığı Teb resminin son altın çağıdır. Kraliçe Nefertari'nin mezarı bu anlayışa tanıklık eder: Kraliçe satranç oynarken gösterilmiştir, başında altın uraeus vardır, boynunda değerli taşlardan bir kolye taşır, kulaklarında bilezik kadar iri altın halkalar vardır. Ölünün ölümünden sonra yaşaması için çok önemli portreler, mezar resimlerinin temel özelliği olarak kalacaktır: İsa'dan sonraki ilk yüzyıllarda Roma işgali altında bile, Fayyum'da yapılan portrelerde Nil kıyısında Eskiçağ sanatının son özgün örnekleri verilecektir.
20 Ocak 2015 Salı
Türkiye'de Paleolitik, Neolitik ve Kalkolitik Çağda Resim
Türkiye'de paleolitik çağın mağara yerleşmelerine ait ilgi çekici veriler Kılıç Kökten ve Enver Bostancı gibi tarihöncesi uzmanlarınca keşfedilen, Antalya çevresindeki Karain, Beldibi ve Belbaşı mevkilerinde bulunmuştur. Adıyaman, Hakkari ve Van bölgelerindeki başka sitlerde de insan ve hayvan figürlü resimler ortaya çıkarılmıştır. Fakat Anadolu'da maden kullanılışından önceki çağa ait bugün bilinen en önemli kalıntı Konya yöresinde Çatalhöyük'te bulunan neolitik yerleşmedir.
Çatalhöyük; İ.Ö. 6.800'e kadar çıkan bu büyük yerleşme, içerde avlular etrafında gelişmiş dört köşe planlı oda kümelerinden meydana gelmiş bir köydür. Yapılar çevreye tamamen kapalıdır. İnsandan çok hayvana karşı korunma amacıyla ortaya çıkmış olabilecek bu yapı kümelerine ağaç merdivenler yardımıyla düz damlardan giriliyordu. Bugün Anadolu'da rastlanan ilkel yapı tekniğinden pek farklı olmayan bir teknikle, ağaç ayakların desteklediği kerpiç duvarlar ve toprak damları vardı. Oda gruplarının ortasında biraz daha büyük bir hacim, farklı dekorasyonu ile herhalde dini bir fonksiyonu karşılıyordu. Odaların kırmızı renklerle boyandığı anlaşılıyor. İbadet odasında ise boyalı dekora ek olarak, Tanrıça, Boğa başı, Leopar heykelcikleri bulunmuştur. Çatalhöyük'te birçok yerleşme katı vardır. 12. kat (İ.Ö. 6.800) ile 1. kat (İ.Ö. 5.700) arasında uzanan bir süre içinde yapılmış ve Yeni Taş Çağı'nın maddi kültürünü aydınlatan ilginç bulgular arasında obsidiyenden küçük taş aletler, bakır ve kurşundan yapılmış süs eşyaları, tarihi bilinen en eski dokuma örnekleri, basit dekorlu bir çanak çömlek, ağaç eşyalar vardır. Bu eşyanın sanat ürünü olarak kabul edilebilecek olanları genellikle dini amaçlıdır. Bunların başında Ana Tanrıça'nın pişmiş toprak ve taştan yapılmış figürleri gelmektedir. Özellikle Ankara'daki arkeoloji müzesinde bulunan bir tahta oturmuş toprak tanrıça figürü 14 cm'lik boyuna rağmen her yönüyle ele alınmış gerçekten anıtsal bir heykel niteliğindedir. Kült odalarındaki bu heykellerden başka, konutlar içinde de kullanıldığı anlaşılan hayvan heykelleri bulunmuştur. Duvarları süsleyen kırmızı, turuncu, siyah, beyaz renkli resimler ekseri tarihöncesi resimleri gibi av ve dinle ilgili konulardadır. Fakat bunların yanısıra doğal çevre verileri gözlemini yansıtan hayvan, böcek desenleri, soyut bir süsleme tasarımına ulaşıldığını gösteren geometrik motiflerle süslü frizlere de rastlanmaktadır. Bu verileriyle Çatalhöyük tarihi bilinen en eski Neolitik yerleşmeler içinde büyük bir önem taşımakta ve Anadolu'ya insanlık tarihinde özel bir yer kazandırmaktadır.
Resim, Çatalhöyük'te bulunan Ana Tanrıça heykelinden esinlenerek kendi yorumumdur.
Siyah pilot kalem ve renkli stabilo.
19 Ocak 2015 Pazartesi
Tarihöncesinde Resim
Fransa'da bilinen en eski resimler, İsa'dan önce 15. binyıla doğru, son buzul döneminin Avrupa'yı bir avcılık iktisadı içinde yaşamaya zorladığı sırada ortaya çıkar. Bu resimler, üst paleolitikteki, yani günümüzden 30.000 - 12.000 yıl önceki Ren çağı mağaralarının duvarlarını süslemektedir. Bilim ilerledikçe, insanın homo habilis et erectus olarak tarihte belirme çağı giderek geri atılmakta olduğuna ve bu çağın bugün günümüzden 2 milyon yıldan uzak olduğuna inanıldığına göre, bu freskler bir başlangıç değil, daha kesin bir ustalık yolunda yapılmış bilinmeyen denemelerin sonuçlarıdır. Demek ki ilkeller sıfatı ancak göreli bir sıfattır.
Bu freskler genellikle çift çift biraraya getirilmiş hayvanları, bizonları, orok'ları, atları ve geyik türlerini canlandırır. Eskiden bunların, o çağ insanlarının sağ kalabilmelerinin tek koşulu olan avın verimli geçmesi için yapılmış büyü işaretleri olduğuna inanılıyordu. Bununla birlikte o çağda pek bol olan ren geyiklerinin bu resimlerde hemen hiç görülmemesi, oysa tersine, gergedan ve mamut gibi o çağlarda kaybolduğu sanılan pek çok türe bol bol rastlanması ilgi çekicidir. Üstelik resimlerin mağaralardaki dağılışı da, bu görüntülere daha çok atalardan kalma birer totem, kozmik bir ikiciliğin simgesi özelliği vermekte, bu da mağaraların ilkel tapınaklar olduklarını düşündürmektedir. Çünkü Leroi-Gourhan'ın tezi doğruysa, bu hayvan temsilleri, ilk çiftin simgeleri olabilirler; bizon ve orok dişi, at ve geyik erkek simgeleridir; bu mağaralar, geleneksel anlamlarına uygun olarak kabile dinine giriş yerleri olabilirler.
Avrupa'da, İspanya ve Fransa'daki bir alana dağılmış yüze yakın mağara vardır. Alan, Dordogne ve Vézeré ırmaklarının kıyılarından başlayarak (Lascaux, Eyzies, ve Rouffignac sitleriyle), Garonne ırmağının kaynağına (Niaux'daki ünlü "siyah salon") ve Pireneler'in ötesinden Santander yakınında Ebro ırmağının ağzına (1879'da ilk bulunan mağara olan ünlü Altamira) kadar uzanır.
Bu resimleri yapan insanların ırkını da yaşama biçimlerini de belirlemek güçtür; çünkü kuşkusuz dinsel bir yasak nedeniyle kendi resimlerini yapmamışlardır. Ne var ki, Orta Paleolitik döneminden beri duvarlarda gerek tanrıya adak belirtisi olarak, gerek kimin yaptığını belirtmesi için -imza demeye cesaret edemiyoruz- insan eli izlerine rastlanır.
Bazı din adamları bu insanların yaşama biçimlerini ve ruhsal kavrayışlarını, onları Sibirya Yakutlarına ve Kuzey Amerika kızılderililerine benzeterek aydınlatacaklarını sanmışlardır. Bu üç ırkta da aynı şamanlık sahnelerine, aynı geviş getiren hayvanların -inek ya da bizon- dişilerini kurban etme adetine, aynı tüy başlıklara, geyik ya da kuş maskeli aynı erkek büyücü figürlerine rastlanır. Rahip Breuil eskiden duvar resimlerinin evriminde iki çevrim ve iki üslup görmüştü. Ama bugün, çizgisel resimlerden, Lascaux mağarasındaki yayma boyalı resme (büyük siyah boğa, küçük moğol atları, kuş başlı büyücü) ve Rouffignac'ta gergedan ve mamut frizleriyle ortaya çıkan çok renkli resme giden ağır bir evrim görmek daha mantıklı olur. Bu evrim, tavanı 18 m yüksekliğinde olan, vahşi bizonları büyük geyiğin ayaklarına doğru koşan, Altamira mağarasında (M.Ö. 12.500) sonuçlanır.
Bu fresklerin, kayanın yüzeyindeki en küçük dalgalanmayı bile izlemek yerine düz bir yüzeye yapılmış olsalardı çok daha ustaca görüneceklerine dikkati çekelim; neyse ki fotoğrafçılık sanatı bu yüzeyi düz gibi göstermeyi başarmıştır. Fresklerdeki gerçekçi sanat Fransa'da M.Ö. 8.000'e doğru kaybolup yerini önce mezolitik, sonra neolitik dönemin giderek soyutlaşan düşünce anlatımı resimlerine, yeni tarımcı ve çobanların ortaya çıkışına bırakır; bu anlatım biçimleri doğal olarak yazıya ulaşacaktır.
Bu arada Avrupa dışında mağara resimleri, İspanyol Doğu'sundaki Cogull kadınları frizinin de gösterdiği gibi, giderek daha geniş ve daha yeni dalgalar halinde yayılmaktadır. Bu freskler güneş ışığında küçük yüzeyler üstüne yapılmaktadır. Şemalaştırılmış sahneler halinde biraraya toplanmış küçük figürler, sözgelimi okla yapılan bir avı gösterir: ok, Pireneler'in Fransa yamaçlarında bilinmemektedir.
Çok geçmeden neolitik insanı (M.Ö. 6.000 - M.Ö. 2.000), bir denizciler uygarlığının güneşe diktiği anıtlar olan megalitler yükseltecek, ren avcılarının hayvanlara dönük doğacılığının yerini alacak geometrik bir sanat uygulayacaklardır. Ne var ki, uygarlıklar zaman içinde birbirlerini izleseler bile, uzay içinde birarada yaşarlar. Mağaraların hayvanları işleyen sanatı, gecikmiş bir dal olarak İskandinav ülkelerinde, hatta Ural dağlarında ren, fok, balık resimleriyle devam etmiştir. Anadolu'da av sahnelerine, dinsel danslara, maskeli adamlara rastlanır. Neolitik çağın başında Magrib'in Sahra'nın, Rodezya'nın ve Avustralya'nın kayalara oyulmuş barınaklarında hala yer yer duvarlara resim yapma devam etmiştir.
Yakın tarihlerde, Fizan'da, Hoggar'da, Tasili'de ve Tibesti'de kalıntıları ortaya çıkarılan tarihöncesi Afrika sanatına ne değer biçilse azdır; bu sanat çok yoğun nüfuslu, uygarlıklarının en parlak dönemini M.Ö. 4.000 - 3.000'de yaşamış halkların eseridir. Bu resimler, fil, zürafa, manda, suaygırı, antilop gibi yeni hayvanlarla ve çeşitli insan tipleriyle bir çoban hayatından sahneler canlandırırlar. Buna Mısır sanatının başlangıcı ve anahtarı gözüyle bakmak pek yanlış olmaz; çünkü Mısır estetiğinin başlıca örneklerini kapsar: bir hayvanın boynuzlarını cepheden, başını profilden, ayaklarını bir tek yandan çizilmiş gösteren çarpık perspektif; perspektif düşünülmeden yayılarak sürülmüş renkler. Bu sistem binlerce yıl devam edecek, Kapadokya'daki kayalara oyulmuş bizans kiliselerinin (6. yüzyıl) fresklerinde bile rastlanacaktır.
2 Ocak 2015 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)