19 Ocak 2015 Pazartesi

Tarihöncesinde Resim



Fransa'da bilinen en eski resimler, İsa'dan önce 15. binyıla doğru, son buzul döneminin Avrupa'yı bir avcılık iktisadı içinde yaşamaya zorladığı sırada ortaya çıkar. Bu resimler, üst paleolitikteki, yani günümüzden 30.000 - 12.000 yıl önceki Ren çağı mağaralarının duvarlarını süslemektedir. Bilim ilerledikçe, insanın homo habilis et erectus olarak tarihte belirme çağı giderek geri atılmakta olduğuna ve bu çağın bugün günümüzden 2 milyon yıldan uzak olduğuna inanıldığına göre, bu freskler bir başlangıç değil, daha kesin bir ustalık yolunda yapılmış bilinmeyen denemelerin sonuçlarıdır. Demek ki ilkeller sıfatı ancak göreli bir sıfattır.

Bu freskler genellikle çift çift biraraya getirilmiş hayvanları, bizonları, orok'ları, atları ve geyik türlerini canlandırır. Eskiden bunların, o çağ insanlarının sağ kalabilmelerinin tek koşulu olan avın verimli geçmesi için yapılmış büyü işaretleri olduğuna inanılıyordu. Bununla birlikte o çağda pek bol olan ren geyiklerinin bu resimlerde hemen hiç görülmemesi, oysa tersine, gergedan ve mamut gibi o çağlarda kaybolduğu sanılan pek çok türe bol bol rastlanması ilgi çekicidir. Üstelik resimlerin mağaralardaki dağılışı da, bu görüntülere daha çok atalardan kalma birer totem, kozmik bir ikiciliğin simgesi özelliği vermekte, bu da mağaraların ilkel tapınaklar olduklarını düşündürmektedir. Çünkü Leroi-Gourhan'ın tezi doğruysa, bu hayvan temsilleri, ilk çiftin simgeleri olabilirler; bizon ve orok dişi, at ve geyik erkek simgeleridir; bu mağaralar, geleneksel anlamlarına uygun olarak kabile dinine giriş yerleri olabilirler. 

Avrupa'da, İspanya ve Fransa'daki bir alana dağılmış yüze yakın mağara vardır. Alan, Dordogne ve Vézeré ırmaklarının kıyılarından başlayarak (Lascaux, Eyzies, ve Rouffignac sitleriyle), Garonne ırmağının kaynağına (Niaux'daki ünlü "siyah salon") ve Pireneler'in ötesinden Santander yakınında Ebro ırmağının ağzına (1879'da ilk bulunan mağara olan ünlü Altamira) kadar uzanır.

Bu resimleri yapan insanların ırkını da yaşama biçimlerini de belirlemek güçtür; çünkü kuşkusuz dinsel bir yasak nedeniyle kendi resimlerini yapmamışlardır. Ne var ki, Orta Paleolitik döneminden beri duvarlarda gerek tanrıya adak belirtisi olarak, gerek kimin yaptığını belirtmesi için -imza demeye cesaret edemiyoruz- insan eli izlerine rastlanır.

Bazı din adamları bu insanların yaşama biçimlerini ve ruhsal kavrayışlarını, onları Sibirya Yakutlarına ve Kuzey Amerika kızılderililerine benzeterek aydınlatacaklarını sanmışlardır. Bu üç ırkta da aynı şamanlık sahnelerine, aynı geviş getiren hayvanların -inek ya da bizon- dişilerini kurban etme adetine, aynı tüy başlıklara, geyik ya da kuş maskeli aynı erkek büyücü figürlerine rastlanır. Rahip Breuil eskiden duvar resimlerinin evriminde iki çevrim ve iki üslup görmüştü. Ama bugün, çizgisel resimlerden, Lascaux mağarasındaki yayma boyalı resme (büyük siyah boğa, küçük moğol atları, kuş başlı büyücü) ve Rouffignac'ta gergedan ve mamut frizleriyle ortaya çıkan çok renkli resme giden ağır bir evrim görmek daha mantıklı olur. Bu evrim, tavanı 18 m yüksekliğinde olan, vahşi bizonları büyük geyiğin ayaklarına doğru koşan, Altamira mağarasında (M.Ö. 12.500) sonuçlanır.

Bu fresklerin, kayanın yüzeyindeki en küçük dalgalanmayı bile izlemek yerine düz bir yüzeye yapılmış olsalardı çok daha ustaca görüneceklerine dikkati çekelim; neyse ki fotoğrafçılık sanatı bu yüzeyi düz gibi göstermeyi başarmıştır. Fresklerdeki gerçekçi sanat Fransa'da M.Ö. 8.000'e doğru kaybolup yerini önce mezolitik, sonra neolitik dönemin giderek soyutlaşan düşünce anlatımı resimlerine, yeni tarımcı ve çobanların ortaya çıkışına bırakır; bu anlatım biçimleri doğal olarak yazıya ulaşacaktır.

Bu arada Avrupa dışında mağara resimleri, İspanyol Doğu'sundaki Cogull kadınları frizinin de gösterdiği gibi, giderek daha geniş ve daha yeni dalgalar halinde yayılmaktadır. Bu freskler güneş ışığında küçük yüzeyler üstüne yapılmaktadır. Şemalaştırılmış sahneler halinde biraraya toplanmış küçük figürler, sözgelimi okla yapılan bir avı gösterir: ok, Pireneler'in Fransa yamaçlarında bilinmemektedir. 

Çok geçmeden neolitik insanı (M.Ö. 6.000 - M.Ö. 2.000), bir denizciler uygarlığının güneşe diktiği anıtlar olan megalitler yükseltecek, ren avcılarının hayvanlara dönük doğacılığının yerini alacak geometrik bir sanat uygulayacaklardır. Ne var ki, uygarlıklar zaman içinde birbirlerini izleseler bile, uzay içinde birarada yaşarlar. Mağaraların hayvanları işleyen sanatı, gecikmiş bir dal olarak İskandinav ülkelerinde, hatta Ural dağlarında ren, fok, balık resimleriyle devam etmiştir. Anadolu'da av sahnelerine, dinsel danslara, maskeli adamlara rastlanır. Neolitik çağın başında Magrib'in Sahra'nın, Rodezya'nın ve Avustralya'nın kayalara oyulmuş barınaklarında hala yer yer duvarlara resim yapma devam etmiştir.

Yakın tarihlerde, Fizan'da, Hoggar'da, Tasili'de ve Tibesti'de kalıntıları ortaya çıkarılan tarihöncesi Afrika sanatına ne değer biçilse azdır; bu sanat çok yoğun nüfuslu, uygarlıklarının en parlak dönemini M.Ö. 4.000 - 3.000'de yaşamış halkların eseridir. Bu resimler, fil, zürafa, manda, suaygırı, antilop gibi yeni hayvanlarla ve çeşitli insan tipleriyle bir çoban hayatından sahneler canlandırırlar. Buna Mısır sanatının başlangıcı ve anahtarı gözüyle bakmak pek yanlış olmaz; çünkü Mısır estetiğinin başlıca örneklerini kapsar: bir hayvanın boynuzlarını cepheden, başını profilden, ayaklarını bir tek yandan çizilmiş gösteren çarpık perspektif; perspektif düşünülmeden yayılarak sürülmüş renkler. Bu sistem binlerce yıl devam edecek, Kapadokya'daki kayalara oyulmuş bizans kiliselerinin (6. yüzyıl) fresklerinde bile rastlanacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder