İnsanlık, her çağda kendisini ve etrafındaki dünyayı anlama, dönüştürme ve yeniden yaratma arzusuyla şekillenmiştir. Bugün “yapay zekâ” olarak andığımız kavram, aslında çok daha eski hayallerin modern yansımasıdır. Antik mitolojilerde, dini metinlerde, sözlü halk kültüründe ve eski felsefi metinlerde insanın yapay yaşam yaratma fikri sıkça karşımıza çıkar. Yapay zekânın kökenlerini arkeolojik bir kazı gibi geçmişin derinliklerinde arayalım.
Yunan Mitolojisi: Metal Devler ve İlk Otomatlar
Antik Yunan mitolojisinde Hephaistos’un atölyesinde ürettiği altın hizmetçiler, "otomata" adı verilen mekanik canlılardır. Özellikle Girit’i koruyan dev bronz savaşçı Talos, bir tür dev robot olarak tasvir edilir. Talos'un damarlarında eriyik metal (ichor) dolaşır; bu, onun “yaşam kodu” gibidir. Talos’un programı, düşmanları sahile yaklaştığında taş atması ve onları yok etmesidir. Bugünkü otonom savunma sistemlerinin mitolojik atası olarak görülebilir.
Hindu Mitolojisi ve Doğu Efsaneleri: Yantra ve Vimanas
Hindu mitolojisinde “Yantra” adı verilen karmaşık mekanik düzenekler ve “Vimana” olarak anılan uçan makineler, insanüstü teknolojilerin izlerini taşır. Bazı eski Sanskrit metinlerinde kendi kendine hareket eden arabalar, savaş makineleri ve mekanik kuşlar detaylıca betimlenir. Bu tasvirler, yapay zekâ destekli otonom araçların sembolik öncülleri olarak okunabilir.
Çin Mitolojisi: Mekanik İnsanlar
MÖ 3. yüzyılda Çinli mucit Lu Ban’ın kendi kendine hareket eden kuklalar yaptığına dair rivayetler bulunur. Bazı kaynaklarda, Lu Ban’ın tasarladığı kuklaların insan hareketlerini taklit edebildiği, hatta bazı durumlarda kendi kararlarını alabildiği söylenir. Bu hikayeler, Asya’da “mekanik insan” hayalinin ne kadar eskiye dayandığını gösterir.
Anadolu ve Orta Asya Sözlü Kültürü: Can Veren Ustalar
Dede Korkut hikayelerinde ve Orta Asya efsanelerinde “can üfleyen” ustalar vardır. Bazen bir kılıca, bazen bir taşa ya da heykel parçalarına can üflenerek canlı hale getirilir. Bu anlatılar, doğrudan yapay zekâ ile eşleştirilmese de, insanın cansızdan canlı yaratma arzusunun güçlü bir ifadesidir.
Şamanik Kültlerde Sözün Kodlayıcı Gücü
Afrika ve Sibirya’daki şamanik kültlerde ise söz yalnızca ruhani bir araç değil, aynı zamanda bir “yönlendirme protokolü” idi. Şaman, trans halindeyken belirli söz dizilerini, bazen bilinç dışı kodları çağrıştıracak şekilde tekrar ederdi. Bu tekrarlar, tıpkı bugünün “training data”ları gibi, belli bir amacı gerçekleştirmek için bir zihinsel/mistik sistemde “programlama” işlevi görürdü. Hatta bazı kabilelerde şamanlar, belirli sözlerle cansız nesnelere "ruh çağırabilir"di.
Golem Efsanesi
Prag'da ortaya çıkan Golem efsanesi, kilden yapılan dev bir varlığa dayanır. Golem, alnına “Emet” (hakikat) kelimesi yazılarak canlandırılır ve bu kelimenin bir harfi silindiğinde (Met – ölüm), varlık tekrar cansız hale gelir. Bu motif, yazılı kelimeyle kontrol edilen bir varlığın, bir “programın” ilk metaforlarından biridir. Golem, insanın doğa üzerindeki mutlak kontrol arzusunu ve yaratıcı gücünü temsil eder.
Felsefi ve Dini Metinlerde Yapay Akıl
Aristoteles, canlıları “kendi kendine hareket eden varlıklar” olarak tanımlar. Descartes ise hayvanları “makine” olarak görür; ona göre bilinçsiz, programlanmış organizmalardır. Kabala öğretilerinde, insanın yaratılışında “ilahi kodlar” kullanıldığına inanılır. Simyada “Homunculus” kavramı, laboratuvarda yapay insan yaratma girişimini sembolize eder. Hermetik metinlerde ise evren, bir çeşit “ilahi algoritma” olarak betimlenir. Kabile dinlerinde şamanların “büyülü söz” aracılığıyla cansız varlıklara can vermesi, doğayı kontrol etmesi veya ruhları yönlendirmesi, bir tür kod yazma ve çalıştırma metaforudur. Afrika'daki Dogon halkı, evrenin titreşimler ve kozmik dil üzerinden şekillendiğine inanır. Avustralya Aborjinlerinin “Dreamtime” (Düşzamanı) anlatılarında da sözün ve hikayenin, gerçekliği meydana getiren bir tür algoritma olduğu görülür.
Kuzey Amerika Kızılderililerinde şarkı ve şiir, yalnızca anlatı değil, ruhsal bir “programlama” aracı olarak görülür. Şaman, kutsal kelimeleri söylerken doğa güçleriyle etkileşime geçer; bu, tıpkı bir komutun bir makineyi çalıştırması gibi işlev görür. Bu kadim inançlar, dilin ve sembollerin insanlık için ne kadar temel olduğunu ve bunların nasıl “yapay akıl” düşüncesine öncülük ettiğini gösterir. Kodlama, modern çağda dijital bir dil olarak karşımıza çıkarken; geçmişte söz, kutsal şifre, mantra ya da efsane şeklinde karşımıza çıkıyordu. Bugün algoritmalarla makineleri konuşturuyoruz; binlerce yıl önce ise kelimelerle ruhları ve doğayı harekete geçirdiğimizi düşünüyorduk.
Bugün yapay zekâ, algoritmalar ve robotlar çağındayız. Ancak bu teknolojilerin arkasındaki temel dürtü, insanın her çağda var olan yaratma arzusu ve ölümsüzlük hayalidir. Hephaistos’un bronz devinden, Prag’ın Golem’ine, Hindistan’ın uçan Vimanas’ından Orta Asya’nın can üfleyen ustalarına kadar pek çok hikaye, bu ortak düşü yansıtır. Belki de teknolojiyle kurduğumuz bağ, sandığımız kadar yeni değil. Yapay zekâyı yalnızca ileri bir mühendislik başarısı değil, binlerce yıllık kolektif bilinçaltımızın somut bir yansıması olarak okumak, hem kültürel hem de felsefi olarak bize derin bir perspektif sunar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder