23 Haziran 2025 Pazartesi

Modern İnsan: Görünme Fetişi ile Gözükme Fobisinin İkiz İşgali



Bir yandan kimliğini, varlığını onaylatma ihtiyacı (görünme fetişi), öte yandan ifşa olma kaygısı (gözükme fobisi). Özellikle sosyal medya çağında bu ikisi sık sık iç içe geçiyor: İnsanlar sürekli görünmek için içerik üretir, ama "fazla ifşa"dan, mahremiyet kaybından kaygılanır. Bu yüzden hesap gizleme, filtre kullanma, anonim nick seçme gibi davranışlar ortaya çıkar.

İnsan ruhu, bu iki kavram arasında sürekli salınır. Bir gün göz önünde olmayı taparcasına arzularken, ertesi gün iz bırakmadan kaybolmayı ister. Kimi zaman bir özçekimde ölümsüzleşmek isteriz, kimi zaman yolda tanıdığımız biriyle karşılaşmamak için kaldırım değiştiririz.

Görünme fetişi

Kişinin görünür olmayı, başkaları tarafından izlenmeyi, fark edilmeyi aşırı derecede arzulamasıdır. Bir çeşit narsistik beslenme kaynağıdır; onaylanma, takdir edilme, beğenilme arzusu öne çıkar. Sosyal medyada sürekli paylaşım yapma, kalabalık ortamlarda dikkat çekme çabası gibi davranışlarda kendini gösterebilir. Performans sanatlarında, sosyal medya performanslarında veya "gösteri toplumu" kavramında sık sık rastlanır.

Bu fetişin kökleri çok derindedir: Anne bakışında kendimizi ilk kez gördüğümüz o bebeklik anında başlar. O bakışla "var" olduğumuzu hissederiz. Baudrillard’ın "simülasyon" kavramını hatırlayalım: Gerçeğin yerini göstergeler ve imgeler alır. Görünme fetişi, bireyin gerçek kimliğini bir "görsel imgeye" çevirir; artık kişi kendisi değil, kendi "imajının" tiryakisidir.

Gözükme Fobisi: Mahremiyetin Satılamayan Kırıntısı

Başkaları tarafından görülme, dikkat çekme, izlenme korkusudur. Aynı birey, bu sonsuz görünürlük çağında derin bir korkuyla da kuşatılır: Ya olduğum gibi görünürsem ve beğenilmezsem? Ya performansım düşerse, izlenmezsem, yok sayılırsam? Gözükme fobisi, bu sürekli performans hâlinde yıpranan benliğin savunma refleksidir. Tüketim toplumu, her şeyi ifşa etmeyi teşvik ederken, bir yandan bireyi "özel alanını korumaya" zorlar. Böylece kişi hem sürekli ifşa halindedir, hem de kendini saklamak için dijital maskeler takar. Anonim hesaplar, kapalı profiller, filtreler, "close friends" listeleri hep bu fobinin yarattığı sığınaklardır.

Çoğunlukla aidiyet arayan, özgüveni kırılgan, kimlik arayışında ve sosyal görünürlük peşinde koşan bireyler hem psikolojik bir savunma hem de toplumsal bir uyum stratejisiyle en çok sahte benlik (false self) maskelerinin çözülmesinden, gerçek benlik”lerinin yetersizliğinin ortaya çıkmasından, özgünlükten kaçışlarının ve yüzeyselliklerinin ortaya dökülmesinden korkarlar. Çünkü popüler imajlarla kaplı görünürün ardında bomboş, mesai harcanmamış , etik bug'larla dolu, kötürüm bir iç dünya vardır.

Bu paradoks, sosyal varlık olarak insanın özünü sarsar. Bir yandan kendimizi sonsuz bir vitrine koyar, bir yandan vitrin camının ardında gizlenmek isteriz. Instagram’da yüzümüzü filtreyle saklarken aslında kendimizi gösteririz. Veya kalabalık bir konserde herkesle birlikte bağırırken aynı anda o anonim kalabalıkta kayboluruz.

Marina Abramović’in performanslarında izleyiciyle kurduğu o kesintisiz göz teması, hem görünme fetişini hem de gözükme fobisini aynı anda tetikler. Sanatçı kendini tamamen ortaya koyarken izleyici kendisini hem gözetler hem de gözetlenir hisseder.

Sosyal medyanın yükselişiyle birlikte bireyler birer "marka" haline gelir. Kendini pazarlamak, sürekli güncel tutmak ve izlenmek istemek; görünme fetişinin kitlesel tezahürü. Ama bu maruz kalma hali, ansızın büyük bir fobiye dönüşebilir: Tükenme, iptal edilme (cancel culture), eleştirilme korkusu. Tüketim toplumu, yalnızca nesneleri değil, kişilikleri, arzuları ve hatta utançları da metalaştırır. Görünme fetişi ve gözükme fobisi, işte tam bu toplumun kalbinde, aynı bedende filizlenen iki ikiz bitkidir; biri parlak yapraklar açarken, diğeri köklerini derin karanlıklara salar.

Tüketim toplumu, bireyi bir "ürün" haline getirir. Artık sadece bedenimiz değil, duygularımız, düşüncelerimiz ve hatta mahremiyetimiz bile satılabilir hale gelir.
"Görünür olmak", varlığını kanıtlama ve pazarlama biçimidir: Instagram postları, YouTube videoları, sürekli güncellenen hikâyeler… Fitness salonlarındaki ayna selfie'leri, tatil fotoğrafları, "kendini sev" temalı motivasyon paylaşımları… Birey kendini göstererek "tüketilir" hale gelir; görünmek, bir tür sermayeye dönüşür. Her izlenme, her beğeni, her yorum yeni bir değer katar.

Tüketim toplumunun büyüsü, bu iki hali aynı anda kışkırtmasındadır: Göster kendini! der; çünkü görünmezsen yoksun, varsayılmazsın. Ama dikkat et! der; yanlış görünürsen "iptal edilirsin", eleştirilirsin, dışlanırsın. Birey, bir yandan her an kendini "en iyi versiyon" olarak sunmak zorunda hissederken, bir yandan içindeki "gerçek" olanı göstermekten ölümüne korkar. Sonuçta insan, kendi imajının kölesi haline gelir; ne tamamen görünür ne tamamen gizlidir. Yarı şeffaf bir hayalet gibi, ekranda dolaşır. Bu ikili hal, tüketim toplumunun kendini yeniden üretmesinin de motorudur.

Görünme arzusu, sürekli yeni "ürünler" (yeni fotoğraflar, yeni kıyafetler, yeni deneyimler) satın almayı zorunlu kılar. Gözükme korkusu ise bireyi daha fazla kontrol etmeye, yeni dijital araçlara, yeni "gizlilik" çözümlerine yönlendirir. Bu döngüde birey sürekli bir "daha fazlası" arayışıyla yanar. Hem daha çok görünmek ister, hem de hiç görülmemiş bir "iç öz" sakladığını hayal eder. Ama bu öz, çoğu zaman artık çoktan pazarlanmıştır.

Foucault’nun "Panoptikon" kavramını düşünelim: Her an izlenme olasılığı bireyi kendi kendisinin gözetmeni yapar. Görünmek, sadece fiziksel bir maruz kalış değil; içsel alanın, derin sırların teşhir edilme korkusudur. Birey bazı yanlarını karanlıkta bırakmayı seçer. Çünkü gölge hem bir zırh hem de bir sığınaktır. Orada kimlik dağılır, şekil değiştirir, kendini kamufle eder.

Nasıl bu hale geldik?

🔎 Modernleşme ve bireyselleşme: Sanayi devriminden itibaren insan, geleneksel topluluk kimliklerinden kopmaya başladı. Artık "kim olduğumuz", soydan, köyden, aileden değil; bireysel başarılarımızdan, "seçimlerimizden" tanımlanır oldu.
Bu özgürleşme fırsat gibi görünürken, aynı zamanda kimlik inşa etme yükünü de bireye yükledi. Kendi varlığımızı, kendi ellerimizle "yaratma" zorunluluğu, bizi sürekli kendimizi göstermeye itti.

📺 Medya ve gösteri toplumu: 20. yüzyıl ortalarında Guy Debord’un Gösteri Toplumu (La Société du Spectacle) dediği şey başladı: Toplum, gerçek deneyimler yerine imgelerin, gösterilerin ve "temsilin" peşinden koşmaya başladı. Görmek ve görünmek, sadece bir ihtiyaç değil, varoluşun kendisi haline geldi.
 
📱 Dijitalleşme ve sosyal medya: İnternet ve sosyal medya, görünme fetişini kitlesel hale getirdi. Herkes potansiyel bir "influencer", herkes bir "ürün" olabilir. Filtreler, "en iyi ben"i yaratır. Paylaşımlar, "ben buradayım" çığlığıdır. Takipçi sayıları, dijital onay ve sosyal para birimi olur. Ama aynı zamanda mahremiyetin yok olması, "iptal edilme" korkusu ve sürekli yargılanma, gözükme fobisini büyüttü. Bir tür içsel savaş başladı: Kendimi göstermek zorundayım ama asla gerçekten kim olduğumu göstermemeliyim.
 
Nasıl aşabiliriz?

🛑 Dış bakıştan iç bakışa dönmek: İlk adım, dış bakışı (the gaze) merkeze koyan bu düzeni fark etmektir.Kendimizi sürekli başkalarının gözünden görmek, içsel bir yabancılaşma yaratır. Gerçekten neyi seviyorum? Kendimi göstermediğimde kimim? Onaylanmazsam var olabilir miyim? Bu soruları sormak, bizi içsel bir "görme" noktasına taşır: Kendimizi kendimizin gözüyle görmek.

🧘 Kendi iç alanımızı kutsal kılmak: Tüketim toplumu sürekli "daha fazla paylaş, daha fazla göster" der. Buna karşı, "göstermediğimiz" alanlarımızı kutsal kabul etmek gerekir. Bir anı fotoğraf çekmeden yaşamak. Kimseye anlatılmayan bir hobi edinmek. Kendini sessizliğe teslim etmek. Görünmez alanlar yaratmak, insanın derin köklenmesi için bir sığınak olur.

💫 "Olma"yı "görünme"nin önüne koymak: Jean-Paul Sartre'ın varoluşçuluk anlayışında "öz" ve "görünüş" ayrımı vardır. Biz "görünüş"e değil, "öz"e tutunmayı seçebiliriz.

🌱 Küçülmek ve yavaşlamak: Tüketim kültürü sürekli daha büyük, daha hızlı, daha fazla talep eder. Buna karşı radikal bir seçenek: küçülmek, yavaşlamak, azalmak. Minimalist yaşamak. Dijital detokslar yapmak. Başarının ve değerli olmanın tanımını değiştirmek.

Artık bir kahve içmek bile potansiyel bir performans, paylaşılması gereken bir sahne haline geldi. Baudrillard’ın işaret ettiği gibi, günümüzde gerçek deneyimler yerini imgelerin dolaşımına bırakmıştır. Böylece birey, kendi hayatını bile izlenmeye değer bir içerik olarak kurgular. Görünürlük, salt bir varlık göstergesi değil; bir değer ölçüsüdür. Modern insan, her ne kadar kendini gösterme arzusuyla yanıp tutuşsa da, içten içe "gerçek" hâlinin görülmesinden çekinir. Bu ikili gerilim, bireyi sürekli bir maskeler zinciri takmaya zorlar.

İnsanlık tarihinin büyük kısmında görünmek, yaşamsal bir tehlike anlamına gelirdi. Görünür olmak, avcıya, düşmana veya cezalandırıcı tanrılara maruz kalmak demekti. Modern toplum, bu anlamı tersine çevirdi. Artık görünürlük, hayatta kalmanın ve sosyal varlığın temel koşulu olarak sunuluyor. Sanayi devrimiyle birlikte toplumsal yapılar parçalandı; bireysellik ve kendini gerçekleştirme idealleri öne çıktı. Günümüzde ise sosyal medya, reklam ve influencer kültürü, kendini sürekli pazarlama zorunluluğunu dayatarak bireyin görünürlük arzusunu patolojik bir noktaya taşıdı. Bu bağlamda, Sartre’ın "Cehennem başkalarıdır" cümlesi, yalnızca başkalarının varlığıyla değil, onlara bağımlı olma halimizle de ilgilidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder